YİNE DE VE RAĞMEN: AŞKIN DİYALEKTİĞİ
- H. Su Selim
- 4 Eki
- 3 dakikada okunur
“Geçmişte kendimizi yönlendirdiğimiz eski mitler ve simgeler yok artık; kaygı kol gezmekte ve biz, birbirimize sıkıca sarılıp, hissettiklerimizin aşk olduğuna kendimizi ikna etmeye çalışıyoruz. İrademizi kullanmıyoruz, çünkü bir şeyi veya kişiyi seçersek diğerini kaybedeceğimizden korkuyoruz ve kendimizi şansımızı deneyemeyecek kadar güvensiz hissediyoruz.”— Rollo May, Aşk ve İrade¹
Bazen aşk üzerine yazılacak her şeyin yazıldığını, aşk üzerine söylenecek her şeyin söylendiğini, aşka dair hissedilebilecek her duygunun zaten çağrıldığını düşünüyorum. Trajedyalar, halk masalları, ozanların türküleri, psikanaliz öyküleri, kurmacalar, film senaryoları ve tabii ki şiir.
Aşka bu kadar maruz kalınan ve iradenin bu kadar sınandığı bir çağda insan bir noktada “bu kadarmış aşk” demeye yüz tutuyor. Yine de aşk, türün ruhunda², annenin bakışında, bütün o kaygıda ve fedakârlıkta, heyecanda ve coşkuda, filizlenmenin ve feda edilecek her şeyi feda etmek pahasına yaşamanın bir yolunu buluyor. O zaman geri alıyorsun aceleci fikrini. “Her şey fani, aşkımız ölümsüzdür” ³ diyorsun.
Irigaray, “Sınır ve sınırsızlığı bana sağlayacak olan ötekidir. Yaşamı sonlu şekilde deneyimlerken onu sonsuzlukla ilişkilendirerek gelişmeye yazgılı olan ötekidir” ⁴ derken aşkın öznesine ve gerekçesine, kendini gerçekleştirmesinin olanaklılığına ve ötekinin özlemine de temas ediyor. Ki tüm bunlar aşkın mekânsallığı, zamansallığı ve aşk deneyiminin koşulları başta olmak üzere elbette ki öznel, özgün ve tartışmaya açıktır. Çünkü aşk diyalektiktir. ⁵ Aşkın doğası bir çeşit mutlak tamamlanma, altın oran, sabit fonksiyon ya da tarif içermez. Limiti sonsuzdur fakat eksiksiz bir artış hâlinde değildir, potansiyele yakın bir enerjidir. Olumluya ve negatife aşkın ihtimaller içerir.
Belki de bu yüzden, ruhun “yine de” ve “rağmen” hâlidir. Kafka “yine de” sözcüğünü severdi. Temmuz 1920’de Milena Jesenská’ya yazdığı bir mektupta, “Yine de için teşekkürler, doğrudan kanıma karışan, büyülü bir sözcük” ⁶ diye ifade etmişti bunu. Aşk eğer tek bir sözcüğe indirgenseydi bu belki de gerçekten “yine de” sözcüğü olurdu.
Aragon meşhur Mutlu aşk yoktur⁷ şiirini “Ama böyledir ikimizin aşkı da” mısrasıyla mühürlerken aşkın özü için mutluluğu ve tekilliği paranteze alıyor.
Masallardaki “sonsuz mutluluk” ideali modern edebiyatta ve realitede aşkın doğasını tam olarak yansıtmıyor. Ancak şiir, roman ve gündelik yaşam imdadımıza yetişiyor.
Romain Rolland, Tolstoy ve eşi Sofya arasında geçen mektuplara, diyaloglara, önceliklere ve yaşama arzusuna dair farklılıklara dikkat çekerek şöyle yazıyor: “İşte böyle; birbirini seven bu iki yaratık, birbirlerine işkence ediyor, sonra da ellerinde olmadan yaptıkları kötülükten dolayı üzüntü duyuyorlardı. Çıkışı bulunmayan bir durumdu bu, otuz yıl sürdü aşağı yukarı, ancak yaşlı Kral Lear’in bir şaşkınlık anında can çekişir bir durumda, bozkır içlerine kaçmasıyla sona erecekti.” ⁸
Aşkın sebebi bu “rağmen” yaşama ve “yine de” bir arada olma hâlidir.
Modern bireyselciliğe, dijital çağa, ego ve tüketim kültürünün dayatmalarına rağmen bizi bir arada tutan, ötekine bağlayan şey nedir? Neden birlikteyiz? Neden ve nasıl başlangıçta bize yabancı olan birine bu kadar dostuz? Neden aileyiz? Neden inançlıyız? Neden ve nasıl “biz”iz?
Çünkü aşk var.
Peki neden bu kadar virajlıyız? Neden pürüzsüz bir uyum ve birliktelikle, iletişim problemlerinden ve önceliklerin çatışmasından arınmış muhteşem bir masalın içinde yaşamıyoruz? “Sonsuza kadar birlikte…”
Çünkü ben söz konusu.
Bu yüzden aşk diyalektik ve ölümsüzdür. Varlığa ya da hiçliğe indirgenen bütün özgürlük ve noksanlıklardan bağımsızdır. Hepsini kapsar fakat hiçbirine hapsolmaz. Sokaklarda, kalplerde, nörotransmitter maddelerde, tarihte, edebiyatta, hafızada, insan ruhunda kendine bir sığınak bulur ve mutlaka yaşamaya devam eder.
Başına gelen felaketlere ve aşağılamalara, hiçe sayılmaya ve bastırılmaya, yok edilme tehdidine, irade noksanlığına, sevme yetersizliğine, benliklerin gerilemesine, yüreğin yitikliğine, her çeşit takasa, “modernitenin aşkın anlamında yol açtığı telafi edilemez kayıplara”⁹ rağmen; “doğası gereği heterojen, dolayısıyla istikrarsız olduğu için yaşamın motoru olan, dünya edebiyatında görkemli ya da alelade bunca hikâyenin motifi bulunan, yürek parçalayan şarkılara, gülmeden edemediğimiz komedilere, sarsıcı trajedilere konu olmuş”¹⁰ aşkın teorisi; psikolojiden biyolojiye, sosyolojiden edebiyata, felsefeden sinemaya sayısız alanda tezahür eder. Fakat tek kanunu, her çeşit kasta, değişkene, uçlara ve indirgeme girişimlerine rağmen romantik dünyanın coğrafyasını aşarak evrensel anlamda ve sayısız formda, fiziksel ve metafiziksel olarak var kalma mücadelesini¹¹ sürdürmesi ve canlı kalmasıdır.
Bu yüzden belki de yoktur, hayata aşk kadar yakın bir duygu.
Kaynakça
May, R. (2015). Aşk ve irade (Çev. A. Cüneyt). Okuyan Us.
Schopenhauer, A. (2014). Aşkın metafiziği (Çev. A. Cemal). Türkiye İş Bankası Yayınları.
Kalt çocuk. (2023). Aşkımız ölümsüzdür (Şarkı).
Irigaray, L. (2022). Ateşi paylaşmak: Duyusallığın diyalektiği (Çev. G. Çelik). Fol.
Bandista. (2011). Daima/Aşk şarkısı (Şarkı).
Kafka, F. (2014). Milena’ya mektuplar (Çev. A. Cemal). Timaş.
Aragon, L. (2012). Mutlu aşk yoktur (Çev. A. Cemal). Sel Yayıncılık.
Rolland, R. (2005). Tolstoy’un yaşamı (Çev. S. Eyuboğlu). Yapı Kredi Yayınları.
Illouz, E. (2024). Romantik ütopyayı tüketmek (Çev. B. Öztürk). Livera Yayınları.
Wolff, F. (2022). Kusursuz aşk yoktur (Çev. F. Çelik). Pinhan Yayıncılık.
Huberman, A. (2021). Ateşböceklerinin var kalma mücadelesi.

Yorumlar