UZAKTAN AŞK BİLMECESİ
- Hanne Güleç
- 4 Eki
- 3 dakikada okunur
“Sevdan çıkmıyor aklımdan
Uyanıkken ya da düşte
Ama ben düşü yeğlerim
Düşte yalnız benimsin sen!”1
Aşkın kendisi ile tanışan biri onu daha önce hissettiği hiçbir duyguya benzetemez, çünkü aşkın doğasında bir duygudan ziyade duygu çokluğu vardır. Heyecanın, arzunun, endişenin, kıskançlığın, yetersizliğin ve daha bir sürü hissin içimizde uyandığı karmaşık bir hadisedir, aşk.
Aşkın hissedildiği andan itibaren kişide yola çıkmaya sabırsızlanan bir çocuk hissiyatı bıraktığını düşünüyorum. Bir an önce buluşmak istediği, kavuşmak istediği bir durak gibidir, aşk. Tüm güzelliklerin pastoral bir şiirde birleşmesi gibi aşkta yaşayanın içinde tüm bu duyguları var eder ve kişide hayatı yaşamaya dair istek yaratır. O saatten sonra artık aşkı yaşamak, hayatı yaşamakla eşdeğer görülebilir kişi için. Hayata atılmak, aşka atılmaktır.
Peki, ya hayata atılmanın içimizde karşılayamayacağımız bir güçlüğü varsa; ya hayatı yaşamak, imkansızlıklar ve ümitler arasında bir dilemmaysa? O sıkışmışlıktan aşk için çıkması gerektiğinde çıkabilecek midir, yoksa aşkı yaşamanın kendince bir yolunu mu bulacaktır?
Bu yazımda aşkın ortaya çıkan ihtimallerinden belki de en sıkıcı, en gizli, en garip sayılabilecek olanını biraz açmaya çalışacağım. Uzak, hayal, platonik, düş-le-me aşk…
Bazıları aşkın bu halinin cesaretsizlikle çok örtüştüğünü düşünecektir. Belki de haklılar, düpedüz korku; ama bu durumda korkunun ne ile ilişkili olduğunu belki biraz açabiliriz.
İDEALİ KAYBETME
Amin Maalouf’un Uzaktan Aşk librettosunda soylu bir ozanın uzak, arı, sonsuz bir aşkı düşleyişi anlatılır. Düşlerinde var ettiği kusursuz kadına dair şarkılar yazarak hislerini yaşayan ve bu sayede düşlemeyi, aşkı bir yaşayış biçimi olarak ortaya koyan ozan, günün birinde ülkesine gelen bir gezginin ona şarkılarındaki kadının gerçekte var olduğunu söyleyene kadar onun gerçeklikte var olduğunu aklına bile getirmez. O saatten sonra, uzakta olduğunu işittiği ama hiç görmediği aşkını görmeye yola çıkar. Ancak yolda kendi duygularını açıkça şu ifadelerle dile getirir:
“Korkuyorum Gezgin, korkuyorum. Sen aklın sesisin, ama korku aklın sesine kulak vermez. Ona kavuşamamaktan korkuyorum ve ona kavuşmaktan korkuyorum. Trablus’a ulaşamadan denizde yitip gitmekten korkuyorum ve Trablus’a ulaşmaktan korkuyorum.
Ölmekten korkuyorum, Gezgin ve yaşamaktan, beni anlıyor musun?”
Ozan yola çıkar ama çıkmak istemez aynı zamanda, çünkü hayallerinde var ettiği aşkını gerçeklik elinden alabilir, diye korkar. Ruhunda hissettiği aşkını kaybetmek anlamına gelir bir anlamda onu görmek, ama bir yandan da gerçekliğin hayallerindekini ona sunma ihtimali de vardır. Buna da kayıtsız kalamaz ve idealize ettiği aşkı gerçekliğe tercih etmekle ilgili dilemma yaşar. Bence, her insanın aşkla ortaya çıkan duyguları, onu hayaller kurmaya iter. Bu neredeyse kaçınılmaz bir şeydir, ancak elimizde bu hislerle ve hislerin yarattığı hayallerle birlikte bir gerçeklik de vardır. Ve sanırım yaşamak sadece gerçekliğe yakın bir yerde mümkündür. Düşler, deneyimi tek kişilik var ettiği için orada ilişkiden doğan sahici duygular yaratılamaz ve yaşanmış sayılması şaibelidir.
GÜVENLİ ALAN ÜTOPYASI
Uzaktan göğün ışığıdır güneş, ama yaklaşınca bir cehennem ateşidir!1
İlişki kurabilmek için öncesinde bir bağ kurma ve sevme kapasitemizin gelişmiş olması gerekmektedir. Bir ötekine dair güven duygusu ile şekillenen bağ kurma, bize kendimiz dışında bir kişiye bağlanabilecek hisler yaşamamıza imkân verir. Ancak güven duygusunun zedelenmesi halinde bir ötekine dair bizi yakınlaştıran duyguların yerini uzaklaştıran duygular alır. Uzaktan aşk, en yalın haliyle güven duygusunun zedelenmesinin bir tezahürüdür, diyebiliriz. Uzak olmak, bizi bir diğerinden gelecek acıdan, zarardan koruyabilecek mesafeyi korumak demektir. Ancak bu bağlamda, hiç üzülmemenin garantisi yaşamamaktır ve bedeli ilişkisizlikle sonuçlanır. Bu bedel, insanın güvenlik unsurlarını bir ütopyada yaratmaya çalıştığı için imkânsızlık içerir. Çünkü hayat aşkla değilse de başka meselelerden yine kaçınılması güç acıyı ve üzüntüyü getiren bir yerdir.
BEN CANIMI, CANANA KAPTIRMAM
Canını en yakınlarının yaktığını deneyimleyen biri için yakın ilişki kurmayı gerektiren aşk, mayınlı bir tarla gibi algılanabilir. Aşkın duygusal coşkunluğu yanında, içimizde yaratabileceği muhtemel acıları bizi o ilişkiyi kontrol etmeye zorlayabilir. Duyguları içimizden çıktığı gibi yaşamak yerine bastırmaya zorlayabilir ve yüzümüze yansıyacak metaneti gerçeğimiz zannedebiliriz. Zamanla hayata dair bir düsturumuz haline gelecek bu sağlam bakışlar, bizi kimine göre soğuk kanlı, kontrollü, sağlam, güçlü kıldığı için de artık bizim vazgeçemeyeceğimiz bir kontrol alanımız olabilecektir. Bu kontrollülüğün, bir ilişkide diğerine yer bırakmayan bir izdüşümü vardır. Ve bu durumda aşk tek kişilikse, adına aşk diyebilir miyiz? Bu da şaibelidir.
1*Uzaktan Aşk (Amin Maalouf, 2002)

Yorumlar