top of page

Takatsubo Sendromlu Bİrİsİnden Aşkın Etİmolojİsİ

Dilimize Arapça’dan giren kelimenin “yara, iz” anlamına geldiğini öğrendiğimde çok şaşırmıştım. Halbuki, fizyolojik olarak soluk aldığımız hava, ses tellerini yardığı zaman ses çıkarıyorduk ve dilimizin ucuna gelen ses, karşı tarafta bir iz bırakıyorsa bunu kelimelere dökmüş oluyorduk. Türkçesi “köken bilimi” olan etimoloji ise yine Arapça’da “yarıp bakmak” anlamında kullanılan bir türetimdir. 


Öncelikle şunu belirtmek isterim: Dil bilimciler bir kelimenin anlamına etimolojik olarak yaklaşırken metaforlardan yararlanır. Yunanca'da  meta “üstünde”, phor “taşımak” anlamında iki kelimeden oluşmuş bir türetim. Onunla yaşanmış bir olayı veya bir durumu tasvir etmek için bir imgeyi ya da kavramı mecazi olarak gerçek tanımının ötesine taşırız. Metaforda bir aktarım söz konusudur. Böylelikle bir kelimenin anlamı diğerine aktarılır, başkalaştırılır, devredilir, değiştirilir ve kelime alışılmadık yeni bir anlamda kullanılır.  

  

   Dikkatinizi çekerim, yoruma dayalı konuşuyor gibiyim. Doğrudur; zira etimolojide kesinlik arayamıyoruz. Evrimleşme süresinde, devingen olan metaforlar birbirinin üzerine devrilirken  anlamsal  olarak da bağlanır fakat bu süreçte bazıları kaybolur; kelimeler ya anlamlarını yitirir ya da  karşılayacak anlam belirsizleşir hatta bazen anlam doğrudan  silinir. Bu “doğrudan anlam silme” otoriter güçler tarafından siyasi zorlamayla yapılır ve yeni veya değiştirilmiş anlamlar ideolojik olarak zorla dayatılır. Bu sebeple de etimolojide “diakronik kavramsal ağ hipotezi” ampirik kalır. Yani etimoloji bize tarihsel bakış açısı sağlıyor, ancak bir kelimenin bugün ne anlama geldiğini kanıtlayamıyor.  Çok mu uzattım? İki kitap almak için on sayfa form doldurtan kütüphaneciler gibi oldum. Bir gece önceden suya yatırılmış fasulye gibi şiştiniz farkındayım. Amacım, aşk kavramına etimolojik olarak nasıl yaklaşmamız gerektiğini göstermekti. Etimolojiye yaklaşımı, metaforları, kelimenin  “yara” olduğunu öğrendiysek gelin şimdi başka bir yaramız olan aşkın kökünü, Erhan Ediz’in de dediği gibi, “ikâmetini ve göçünü” beraber inceleyelim. 


   Aşk; aşırı, tutkulu sevmek demektir. Birçok sözlükte aşkın yaygın kullanımının Arapça’da aşeka fiilinden, “sarmaşık” sözcüğü ile eş kökenli olduğunu görebilirsiniz. Bazı sözlüklerde bu anlama itiraz edenler olmuş olabilir. Türkçe'de ise aşk kelimesi “ışık” ile ilişkilendirilir. Göz metaforuyla kavramsal ağ kuranlara denk geldim. “Görmeden aşık olunamayacağını” düşünenler varsa da (!) bu konuya itiraz etmek isterim; zira kör olan biri de pekâlâ aşık olabilir. Türk edebiyatında 18.  yüzyıla  kadar şairlerin ve yazarların aşkı “ışk” biçiminde kullandıklarını görüyoruz. Tabii ki saf Türkçe'nin yaygın olduğu zamanlarda bu biçime daha çok rastlıyoruz. 

 

   Benim hazlarımdan biri, bazı retorik ustalarının bilgisini, üslubunu ve yeteneğini  harmanlayıp ortaya çıkarttıkları metaforları, taşı gediğine koyarcasına öyle iyi bir yerde kullanmaları; diğeri ise  benim  o metaforları etimolojik olarak çözümlerken tüylerimin diken diken olmasıdır. Bu bende artık tutkuya dönüştü. Umberto Eco’nun da dediği gibi: “Her türlü tutkunun kendi fetişizm biçimleri var.” Bunu komiklik olsun diye söylemiyorum.  Bu hedonistlik değil de nedir? Misal, Turgut Uyar “Bir bozuk saatir yüreğim, hep sende durur.” derken aşkını gelişi güzel üç beş kelimeyle mi anlattı sizce? Öylesine sözcüklerin denk gelişi mi bu? Hayır tabii ki. Aramice aşak yani aşk, “kenetlenmek, iç içe geçmek” demektir. Aynı saatin dişli çarkları gibi… Ne muazzam bir tabir değil mi? Bir yerde de aşkın “işlemek” fiiline eş kökenli olduğuna rastladım ama dil kökeni bulamadım. Yalnız bu anlam, metafor olarak es geçilemez; zira öyle olmasaydı bizler de işler miydik aşkı kelimelere, dantellere, halılara, demire, yetmedi derimize. Başlıkta da dikkatinizi çekmiştir umarım. Ben aşk uğruna Takatsubo (Kırık kalp) sendromuna  yakalanmış bir bireyim. Tedavi ve terapi sürecinde, sol göğsümün birazcık altına, göğüs kafesimin bittiği yere -açık adres vermiş gibi oldu- Jack London’ın “Tanrının  çılgın aşıkları bir öpücük için feda eder hayatlarını.”  sözünü yazdırmak istedim. Çocuklukta geçirdiğim su çiçeği izini, dövme deseni olarak dökülen kiraz çiçeği yapraklarıyla kapatmak istemedim inanın(!). Olmadı, yaptıramadım. Rabbimin buyruğunu kabullendim. Bir zamanlar çekyatın altına tıktığım acılarımla yüzleşme sürecim hem ruhen hem bedenen sancılı olsa da, şimdi onları parça parça alıcı ödemeli olarak böyle ortamlarda satıyorum. Yeri geliyor, şimdi olduğu gibi kibirli olmayacak deneyimlilikle esprisini yapıyorum. Aşk acısının acemilerini etkiliyor olmanın zevkine varıyorum yer yer. Bunu da azıcık hak ediyorum. Neşeli, kuru olmayan “bu da geçer” tesellisi bu konuda acı duyan herkes içindir. 


   Hint-Avrupa dillerinde love yani aşkın kökeni, Proto-Cermen dillerinde lubōya dayanır.  Eski Germence'de ise luibiye dönüşmüş olup “neşe” anlamında kullanılmış, sonra eski İngilizce'de lufuya evrilmiş, oradan da bugünkü biçimini almıştır. Peki size bir soru: Batı müziğinin neşeli, Doğu müziğinin hüzünlü olmasının sebebi nedir? Doğal olarak müzik, aşkı anlatıyorsa etimolojik kökeninde yatan duygunun eseridir. Madem konu duygulara geldi, aşk acısının etimolojisini de konuşalım. Fuzûlî aşk ayrılığının azap olduğunu söyler ve acı, keder, sıkıntı anlamına gelen “azabı” lezzet metaforuyla kullanır. Ona göre aşkın azabında lezzet vardı ve dertlerini zevk edinmeyince aşkın tadı çıkmıyordu. Bununla birlikte etimolojik olarak lzz kökü de “acı” demektir. Ek olarak telezzüz bu kökten mastarlanmış bir türetimdir, “bir şeyi tatlı bulmak” anlamında kullanılır. Demek ki neymiş? Biz acıyı tatlı bulanların ülkesiymişiz.


   Sizlerle bugün kelimlerin göç idaresi memurluğunun oryantasyonunu gerçekleştirmiş olduk. Son bir bilgi daha paylaşmak isterim: Dergi, eski Türkçe'de tergü yemek sofrası demektir. İçinde her türlü lezzetten bir parça bulunması için mutfakta çalışan, kusursuz sofralar düzenleyip sunan ve bu sofrada bulunup, okuyan herkese afiyet olsun.


Son Yazılar

Hepsini Gör
Aşkın Üç Halİ

Abbas Kiyarüstemi’nin İran taşra hayatını anlattığı güzel filmi  ismini genç yaşta vefat eden İranlı şair Füruğ Ferruhzad’dan alır....

 
 
 
Ben Sen ve Bİz Arasında Aşk

Ben Sen ve Biz Arasında Aşk Aşk, insanlık tarihinin en kadim meselelerinden biri... İnsanın kendini ifade yolu bulan her yere ve her şeye konu olmuş kocaman bir mesele: masallar, hikâyeler, şiir, şar

 
 
 
Georgette İlİr’e Söz Verİyor

Georgette İlir’e Söz Veriyor İlir: Bununla ne yapacağımızı bilmiyorum Georgette! Ona bir şey gibi davranabilirim, bir yer gibi, bir kimse gibi, bir imleç gibi? Georgette: Neye? İlir: Kendim gibi davr

 
 
 

Yorumlar

Yorumlar Yüklenemedi
Teknik bir sorun oluştu. Yeniden bağlanmayı veya sayfayı yenilemeyi deneyin.
bottom of page