top of page

Mecnun’un Yolculuğu: Aşkın Psİkodİnamİğİ

“Aşk imiş her ne var âlemde, 

İlim bir kîl u kâl imiş ancak.” (Fuzûlî) 


Aşk, insan ruhunun en kadim deneyimlerinden biri. Ne yalnızca bir duyguya indirgenebilir ne de sadece toplumsal rollerle açıklanabilir. Onun kökeni, insanın en derin varoluşsal ihtiyacına -“bütünlük” arayışına- dayanır. Bu bütünlük arayışı hem Doğu’nun tasavvuf geleneğinde hem Batı’nın psikodinamik kuramlarında farklı dillerle ifade edilmiştir. Doğu edebiyatının en kadim hikâyelerinden biri olan ve dilden dile aktarılan Leyla ile Mecnun, yalnızca romantik bir destan değil; aşkın insan ruhundaki derin köklerine dair bir yolculuk anlatısıdır. Tasavvuf geleneğinde bu hikâye, mecazi aşkın ilahi aşka kapı aralayışı olarak okunurken; psikodinamik bakış açısıyla aşk, içsel çatışmalar, bölünmeler ve bütünleşme süreçleri üzerinden anlaşılabilir. İlk bakışta iki ayrı gelenekmiş gibi görünse de her ikisinin de insana dair işaret ettiği ortak bir öz vardır: Aşk, bir dönüşümün imkânıdır.


Otto Kernberg, aşkın özünde libidinal ve saldırgan itkilerin birlikte bulunduğunu vurgular. Aşk, doğası gereği bir eksiklikten doğar; insanın kendi bütünlüğünü arama çabasıyla şekillenir. İnsan, doğduğu andan itibaren bir eksiklik duygusuyla yaşar; anneyle olan o bütünlük hâlinden ayrıldığı için artık hep bir kayıp taşır. Bu kayıp, yetişkinlikte sevilen kişiye yönelimin motivasyonudur. Yani aşk, aslında ilk bütünlüğün özlemidir. Âşık olmak, bu eksikliği başka birinde (sembolik olarak) tamamlama çabasıdır. Bu nedenle aşk, bölünmüşlükle maluldür: Patolojik aşkta sevilen nesne ya tamamen yüceltilir ya da tamamen değersizleştirilir; idealleştirme ve değersizleştirme, bölünmenin en belirgin göstergeleridir. Bu açıdan aşk, yalnızca tatlı bir romantizm değil; saldırganlıkla, hayal kırıklıklarıyla, korkularla iç içe bir süreçtir. Sevilen kişi kimi zaman gözümüzde kutsal bir varlığa dönüşür, kimi zaman en ağır hayal kırıklığının kaynağına. İşte bu iniş çıkışlar, aşkın olgun olmayan halidir. Oysa sağlıklı aşk, bu zıtlıkları bir arada taşıyabilme kapasitesidir: Sevilenin hem kusurlarını hem erdemlerini aynı anda görebilmek, hayal kırıklığıyla beraber bağlılığı da sürdürebilmektir. Bu da bireyleşmenin ve ruhsal olgunluğun bir işaretidir.


Leyla ile Mecnun hikâyesinde de Mecnun’un aşkı, başlangıçta ulaşılmaz ve mutlak bir idealleştirme üzerinden şekillenir. Mecnun’un çöllere düşmesi, aslında dışsal objeye yöneltilen aşkın içsel bir hakikate dönüştüğü, narsisistik kırılmalarla yüzleştiği bir içsel serüveni simgeler. Burada aşk, parçalanmış kendiliğin yeniden bütünleşmesinin sahnesi olur. Yani psikodinamik okumada Mecnun, parçalanmış nesne tasarımlarını bütünleştirmenin sancısını yaşamaktadır. Tasavvuf ise aşkı bir tekâmül yolculuğu olarak görür. Leyla bu bağlamda yalnızca bir sevgili değil; insanın içsel yolculuğunu başlatan kıvılcımdır. Mecnun’un bu aşk ile yollara düşüp çöle varması, nefsin arınma sürecidir. Çöl bu açıdan yalnızlığın, yoksunluğun ve yüzleşmenin mekânıdır. Bu noktada aşk, artık arzunun doyum arayışından çıkar; insanı hakikate yönlendiren bir köprüye dönüşür.


Hikâyede Mecnun’un Leyla’nın ölümüyle yüzleşmesi, psikodinamik açıdan hâlâ trajik ve idealize edilmiş bir sürecin izlerini taşır. Ancak buradaki trajedi, aşkın olgunlaşmasının başka bir düzeyde gerçekleştiği şeklinde de okunabilir: Mecnun, artık aşkı nesneye bağımlı bir tatmin aracı olarak değil; içsel bütünleşme ve ruhsal tekâmül alanı olarak deneyimler. Ölüm, onun için kaybı kabul etmeyi ve kendi eksik, bölünmüş yanlarıyla barışmayı zorunlu kılar. Mezarda birleşmeleri, psikodinamik sembolde aşkın nesneye bağımlılıktan arınmış bir bütünleşme ve simgesel olgunluk düzeyine ulaştığını gösterir.


Leyla ile Mecnun, hem psikodinamik açıdan hem de tasavvufi okumada, aşkın insanı kendi sınırlarıyla yüzleştiren ve bu sınırları aşmaya davet eden doğasını görünür kılar. Mecazi aşkla başlayan yolculuk, ruhu kendi sınırlarından çıkararak ya ilahi aşka (tasavvufi yorumda) ya da olgun, bütünleşmiş bir nesne ilişkisine (psikodinamik yorumda) yöneltir. İster nesne ilişkilerinin yeniden düzenlenmesi olsun, ister ilahi hakikate yöneliş; her iki yaklaşım da aşkı dönüştürücü bir süreç olarak kabul eder.


Dolayısıyla tasavvufun “Leyla’yı hakikate köprü kılma” öğretisi ile psikodinamik bakışın “bölünmüş aşktan bütünleşmiş sevgiye evrilme” anlatısı aslında aynı yere işaret eder: 


Aşk, insanı yarım kalmışlığından bütünlüğe çağıran bir yolculuktur.


Son Yazılar

Hepsini Gör
Aşkın Üç Halİ

Abbas Kiyarüstemi’nin İran taşra hayatını anlattığı güzel filmi  ismini genç yaşta vefat eden İranlı şair Füruğ Ferruhzad’dan alır....

 
 
 
Ben Sen ve Bİz Arasında Aşk

Ben Sen ve Biz Arasında Aşk Aşk, insanlık tarihinin en kadim meselelerinden biri... İnsanın kendini ifade yolu bulan her yere ve her şeye konu olmuş kocaman bir mesele: masallar, hikâyeler, şiir, şar

 
 
 
Georgette İlİr’e Söz Verİyor

Georgette İlir’e Söz Veriyor İlir: Bununla ne yapacağımızı bilmiyorum Georgette! Ona bir şey gibi davranabilirim, bir yer gibi, bir kimse gibi, bir imleç gibi? Georgette: Neye? İlir: Kendim gibi davr

 
 
 

Yorumlar


bottom of page