Hamurumda olmayan bİr eylemİ taşıyorum, dİngİnlİğİmse tamamen kaderİme razı gelmekten.
- momentodergisi
- 4 Eki
- 2 dakikada okunur
Sevgimizi başkalarına verebilmemiz için onu olabildiğince özgür tutmamız gerekir. Çoğu zaman sevgimizi verdiğimiz şeylerde fazla büyütür, aşırı önemseriz. Oysa herkes kendisine ait, kendisi için iyi ve kendisine özgü nesneleri taşır.
İçimizde binlerce nesne (anı, duygu, düşünce, arzu) barındırırız ve her birinin kendine özgü değeri vardır. Bu değerler içimizdeki olasılıkları açığa çıkarır, bir ötekine sunduğumuz her parça yine öteki sayesinde yeni olasılıklar yaratır. Ötekiyle kurulan her temas, içimizdeki pusulanın işaret ettiği yönü biraz daha belirgin kılar, yansıttığımız her olasılık, pusulanın göstergesidir. Aşk o pusulanın insanı kör bir kılavuza mahkum etmesidir. Aşık olunca karşımızdakine yansıttığımız bir öteki, kendimize dair öğrendiğimiz en kör kılavuza dönüşür. Zamanla bu, kendimizi bir yanılsama içerisinde olduğumuza dair muhayyel bir çabaya bırakır. Aşk bir yanılsamadır, gerçekliği sevgiye dönüştüğünde başlar. Sevgiye dönüşemeyen her parça, insana ne yaslandığı ağacı ne de içtiği sütü helalleştirir.
Yaslandığın ağaç omurganda iz yapmış, içtiğin süt ağzından taşmıştı ve sen ne ağaçtan ne de sütten intikam almıştın. Kamburunu perçinleyen ağacı da, yutkunmana ket vuran sütü de öznelliğinin dekoru yapmıştın. Başına gelen her şey, varoluşuna öznellik kattığı için şükranla kabullenmiştin. Sana dokunan her şeyin senden sayılabileceğine inanmıştın. Yıllarca o ağacın tek bir dalını bile kıramamışlığına, o sütü ağzından püskürtmeyişine acıdım. Mevcut varoluş alanının sınırlarını aşamayışların seni gözümde küçültüyordu. Sana ait olanı değil, sana reva görüleni taşımana içerledim. Senin yerine ben utandım, çünkü her şeyi olduğu gibi kabul etmenin var etmediklerini bizzat gördüm.
Daha ferah bir idrakla bak istedim.
Biraz daha yüksekten, biraz daha derinden.
Kendine dışarıdan bak, içinden değil;
diğerlerini de içine alarak bak —
bir tek kendi çatlağından değil.
Ama sen, kendini avutmanın adına sabır dedin.
Sınırlarını kutsadın,
hareketsizliğini sükûnet sandın.
Ben sana hiçbir şey demedim.
Ama içimden geçirdim hep:
Kendi kendine aldanışlardaydın.
Umuyordum.
Bir gün başka ağaçlara bakarsın da
görme biçimin değişir.
Kökler yer değiştirir,
yapraklar rüzgâra karışır,
ve sen,
suskunlukla eğilmeyi bırakır,
belki bir gün uç veren dalın değil,
sana dokunan rüzgârın izinden gidersin diye.
Ve yine sustum.
Bir dal koparsa belki zaman değişir,
belki sen de
başka bir ağacın
gölgesini layık görürsün dedim kendi kendime.
Sana açıkça söylemedim,
ama içten içe seni bekledim.
Sonra ne oldu biliyor musun?
Senin kabullenişlerini yücelttiler.
“Ne güzel sabrediyor,” dediler.
“Ne hoş tevekkül” dediler.
Ama ben, o kabullenişteki uyuşukluğu gördüm.
İnsanın başına gelen her şeyi susarak taşımaya razı oluşundaki
küçülmeyi gördüm.
Ve işte şimdi söylüyorum:
Zayıflıklarını yüceleştirerek
üstünü örttüğün her şey, hamurunda olmayan bir eylemi taşıma çabana tutsak, dinginliğinse dingilliğinden.

Yorumlar