BULANIK VE KAYGAN BİR BİÇİMSİZLİK HALİ OLARAK AŞK
- İrem Tezcan
- 4 Eki
- 3 dakikada okunur
İçim titremişti hafiften, duru suyum bulanmıştı aşık olunca. Ellerim titreyip midem de bulanmıştı sonrasında, haftada belki on beş kez filan. O zamanlar sarsılmasına müsaade etmem dediğim benliğim sanki artık sarsılıyordu. Sık sık kendimi yokluyordum ve bir an geldi izin verdim; hem de muzip bi heyecanla. Bu aşk penceremi aralamak istiyorum, siz de bakın siz de bakın diye çırpınıyorum küçük bi çocuk heyecanında. Keskin bir geçiş yaparak bu biçimsiz şey hakkında yazmaya koyuluyorum. Bi masada iki kahve, bi balkonda iki sandalye, yağmurlu günde bi şemsiyenin altında iki insan mı aşk? Sana göre beyninden vurulmak; bana göre o meraklı bakmak, o heyecanlı ellerdir. Bi noktada uzlaşamayız inadı bırakalım, çünkü sığamaz kalıplara sığamaz tanımlara. Yine de aşkın bendeki tezahürlerini size de yansıtmaya çalışacağım. Peki, genişliğinden mi esnekliğinden mi yoksa somut bi şey olmayışından mı bu sığamamazlık? Bence aynı anda zıddıyla vaki. Bu yüzden de şeytan tüyü var aşkta sanki. Biçimsiz bir şey demiştim, evet öyle düşünüyorum, ancak bu biçimsiz şey insanı şekilden şekle sokar, en son biçimini de kendi verir. Eğer büker, bin parçaya böler, sonra da o parçaları bantlayarak birleştirir. Kırıp geçirir yani ortalığı ve sonunda ondan bi iz taşımaman mümkün değildir. Bantlanmış şey tutar mı? Malzemeye kalmış. Son şeklini almak biraz da sana kalmış.
Bu anlattıklarımı karşılıklı konuşmuş olsaydık, parlak ve acısız şeyler gibi görünebilirdi. Çünkü gözlerim parlardı anlatırken, biliyorum kendimi, ancak hissettiğim bi yangın sonrasında yaşadığım kayıp ve kaybın acısı. Bana uğradı, hallaç pamuğu gibi attı etrafa, bense dağıldım. Şöyle anlatayım. Büyük bi şehri yukarıdan hayal edin. Koca koca evler küçücük, o yollar dar, sen de karınca kadarsındır. Öyle bi şey var düşümde. Etrafımda evler gibi yükselip inen hisler, kaybolduğum yollar, yorulduğum yokuşlar, bulamadığım çıkışlar var. Virgüllerle ve sorularla konuşuyorum. Kim emin olmuş ki aşktan ben olacağım diyerek devam ediyorum. Çıkışta onu mu görmeyi bekliyorum yoksa beğenilerimin vücut bulmuş halini mi? O mu bekliyor beni çıkışta yoksa ben mi durup beklemeliyim onu olduğum yerde. Çıkışı ararken de bazı anlar var ki durup sorarım kendime: Aşk oralarda mı dolanıyor bi karaltı ya da güneş gibi? İkisine baktığımda da görmek zor. Belki görmekten çok bilmek lazım. Sessizce yürüdüğüm insanlar oldu, sessizlik rahatsız etmedi. Seni merak ettim, senden haber alamadımlar.. Sırf o beğendiği için bi albümü baştan sona dinlemeler, yoldan geçen insanların yüzünde onu aramalar.. Evet, bu anlardan bahsediyorum, buralarda mı aşk diye merak ediyorum, çünkü zannımca merak etmek, merak edilmek filan deli şeyler ve aşkın içindendir. Bunlar aşkın farklı tezahürleri olsa gerek diyorum sonra.
Aşkta tecrübe de yoktur demlenmesi için gereken bi zaman da. Bu maliyeti ne gençliğinle ne yaşanmışlıklarınla ödeyemiyorsun. Biriciktir yani aşk. Peki ne zaman başlar ne zaman biter, belki de birçok insan net tarihler verir. Ben de başladığı zaman hakkında az çok aralık belirtebilirim, ancak biten bi şey olduğuna inanmıyorum.
Aşık olunca otomatik olarak gelen fedakar biçimimize ne demeli? Fenadır, zihin mesainin büyük kısmını ona verirsin. Dinlediğin şarkıda, izlediğin filmde, yaptığın yemekte o vardır. Bir gölge gibi dolanır insanın peşinde, bırakmaz. Seni göklerde uçurur belki ama konforsuzdur aynı zamanda. Hem de ne konforsuzluk, hele bir de karşılıksızsa bu aşk. Kendinden vereceksin, hayatının her anında bir de ona yer açacaksın. İnsanın hafiflediği ferahlık anları vardır ya hani oraları bile işgal eder. Diyeceksin ki, gelsin hakkı var, biri aniden aklıma düşüp sabah zihnimi berraklaştıran çayıma eşlik ediyorsa gelsin, hakkı vardır. Favori ağacının gölgesinde otururken aklın ona kayıyorsa, kaysın, dersin. Haber vermeden, izin almadan sana gelir, senin ona ev sahipliği yapman gerekir, alanların işgal edilir ve sen buna sevecenlikle izin verirsin. Konforsuzluğu da böyle başlıyor aslında. Gidebilme ihtimalini göz ardı edersin, göz ardı etmesen bile bu zirve hislerden kurtulamazsın ve gittiğinde yerdesindir. Yoluna da yara bere içinde devam etmen gerekir, ve bana kalırsa her bi yaranın izleri bizimle kalıyor, ki kalsın da, hatta fırsatını buldukça sızlasın o yaralar.
Kafama vura vura öğrettiği bi şey de var ki (biz anlamak istedikçe o da bize temas ediyor) o kadar kolay ölmek yokmuş aşık olunca.
Söylenebilecekler ve dahasıyla, bu yazıdan sonra zihinde canlananlarla, dile getirilemeyenler ve kimselere ağlanamayanlarla beraber hepsini aldım kucakladım. İsyankar olmak da bi yere kadar. İyidir, buradaki acizliği kabullenmek de baya iyidir. Aşkın esaslığı da burada yatmıyor mu zaten?

Yorumlar