Aşkın Ayak Seslerİ: Şehrİn Sokaklarında
- Feyza Nur Dalyaprak
- 4 Eki
- 3 dakikada okunur
Bir şehir, aşkı nasıl hatırlar?
Acaba hatırlamak, sadece anıların tozlu raflarında saklı kalmak mıdır?
Yoksa, her köşesine sinmiş bir melodiyi, her taşına işlemiş bir suskunluğu,
aydınlatan sokak lambalarının altında yankılanan usul bir fısıltıyı içinde taşıyarak mı?
Bazı insanlar unutmayı seçer.
Bazı şehirler ise... hatırlamayı.
Bir aşk bittiğinde, herkes kendi yoluna gider sanırız.
Oysa yollar kalır.
Aynı taşlar, aynı köşeler ve aynı sessizlik.
Köşeler durdukları yerde susar,
ama o suskunlukta bir zamanlar fısıldanmış bir sevdanın yankısı vardır.
Pencereler, akşamları aynı ışığı yine yansıtır,
belki artık kimseyi aydınlatmaz
Ama bir zamanlar o ışıkta birbirine bakan iki çift gözün izleri hâlâ oradadır.
Ve kaldırım taşları...
Üzerlerinden geçen adımları unutmaz,
özellikle de birlikte atılanları.
Her çatlak bir dokunuşun, bir tereddütün,
belki de bir vedanın ağırlığını taşır hâlâ.
Ve işte tam da orada kalır.
Senden bağımsız yaşar,
senin unuttuğun detayları biriktirir.
Gün gelir, yıllar sonra o sokağın köşesine yeniden dönersin.
Ne elini tuttuğun o kişi vardır orada ne de sesini duyduğun o an.
Ama her şey aynı görünür:
Kaldırım taşı aynı yerden çatlamıştır,
sokak lambası hâlâ aynı ritimle titremektedir.
Rüzgâr aynı yönden eser,
gökyüzü aynı griyle kapanır,
ve sen birden anlarsın:
Aşk gitmemiştir.
Sadece sen gitmişsindir.
Çünkü aşk, bazen bir bedene değil, bir mekâna siner.
Ve şehir, o mekânı senden daha iyi korur.
Unutmamıştır.
Seni beklememiştir belki, ama yokluğunu sayfalarına not etmiştir.
Ve şimdi, sen o satıra yeniden geldiğinde,
aşkı kaldığı yerden usulca fısıldar.
Ve sen, yıllar sonra o sokağın köşesine geldiğinde,
kendi silüetini geçmişten yürürken görürsün.
Aşk senden gitmiştir belki…
Ama şehir, hâlâ senin yerini biliyordur.
Ve şehir, o adımları sessizce ezberler.
Taşların arasında yankılanan ayak sesleri,
duvarların içine işleyen fısıltılar,
rüzgârla savrulan düşler...
Aşk, bazen hatırlanmak istemez ama şehirler ısrarla hatırlar.
Çünkü şehrin hafızası, yalnızca görüntülere değil, seslere, sessizliklere ve adımlara da kayıttadır.
Her geçiş, bir iz bırakır.
Her duraksama, bir hatıranın kök salmasına izin verir.
Ve zamanla bu izler birikir;
şehir susar ama hafızası büyür.
İşte o yüzden, sen yıllar sonra aynı köşeye geldiğinde
sadece bir sokakta değil, kendi geçmişinin içine adım atarsın.
Aşk, belki iki kalbin arasında filizlenir; ama onu taşıyan, büyüten ve sessizce tanıklık eden bir üçüncü vardır: şehir.
Taşların arasında yankılanan ayak sesleri, duvarların içine işleyen fısıltılar, rüzgârla savrulan düşler...
Hepsi, o aşkın görünmeyen ortağı, gizli eşlikçisi gibi.
Şehir, iki bedenin buluştuğu bu mekânda, aşkın yankısını içeren bir üçüncü kişidir.
Hatırlayan, saklayan ve bazen de unutulmaz anların ağırlığıyla suskunluğa bürünen.
Gözlerinizin baktığı yerden bakar, kulaklarınızın duyduğunu duyar,
ama en çok da kalbinizde sessiz kalan cümleleri işitir.
Şehir, sessiz bir arşiv gibidir; tarafsız görünür, ama her şeyi biriktirir.
Aşka dair tüm izleri, unutanların gözlerinden gizlice çalınan gözyaşlarında,
geceye karışan esintilerde, yaşanmış ve yaşanmamış hikâyelerin arasında yaşamaya devam eder.
Bir banka kazınmış isimlerde.
Bir sokakta yankılanan kahkahada.
Aynı durakta her sabah geçen otobüste.
Bir duvarda eksik kalan gölge çizgisinde.
Bir kitapçıda elini uzattığı rafta.
Bir rüzgârda, akşamüstü serinliğine karışmış bir koku.
Aşkın izi, çoğu zaman kalpten önce şehre siner.
Çünkü kalp unutmaya meyillidir; savunmasızdır, yorulur, unutur.
Ama şehir unutmaz.
Duvarlarında sessizce yankılanan bir cümleyi,
taşlarında saklanan bir adımı,
sokak lambalarının titrek ışığında kalan bir bakışı yıllarca saklar.
İnsan hatırlamaktan kaçar, şehir hatırlatmaktan kaçmaz.
Ama bunu sinsice değil;
tıpkı eski bir dost gibi, usulca, incelikle, şefkatle yapar.
“Bak,” der, “bir zamanlar buradaydınız.”
“Gülüyordunuz.”
“Birbirinize inandığınız bir an vardı.”
Her aşk bir kalpte başlasa da,
izleri sadece orada kalmaz.
Mekânlar, anılara ev sahipliği yapar;
bir bakışın düştüğü pencere,
bir suskunluğun sığındığı sokak,
bir vedanın yankılandığı istasyon...
Zaman geçer, insanlar unutmak için yollar değiştirir, ev taşır.
Çünkü her şehir, sevdaların tanığıdır.
Ve bazı şehirler, yalnızca tanık olmakla yetinmez
o aşkları, kendi ruhuna işler.
Her adımda, her ışıkta, her sessizlikte hatırlatır.
İşte tam da bu yüzden…
Bazı şehirler susmaz.
Dar sokaklarda öpüşen iki yabancının gölgesi,
yıllar sonra oradan geçen başka bir çiftin adımlarına karışır.
Bir duvar, yıllardır aynı aşk mektubunu taşır.
Kafenin masa örtüsü, iki elin ilk defa birbirine dokunduğu anı hâlâ katlarında saklar.
İstanbul mesela…
Kendisini terk eden âşıkları unutmaz.
Bir vapur iskelesinde, sessizce bekleyen gölgeleri vardır bu kentin.
Bir zamanlar birlikte binilen tramvay, artık tek kişilik bir yolculuğa dönüşürken, raylarda yalnızca hasretin sesi yankılanır.
Aşk biter, ama şehrin belleğinde iz kalır.
Çünkü aşkın mekânı sadece kalp değildir.
Aşk, mekânda da saklanır.
Ve şehirler mekândır, katıksız bir hafıza taşıdır.
Geçmişin yankılarını taşıyan yaşayan birer anı mezarlığıdır.
Bu yüzden aynı caddede yürüyemez insan bazı ayrılıklardan sonra.
Aynı kafede oturamaz. Aynı sesi duyamaz. Çünkü şehir onu hatırlar. Ve hatırlatır. Bir
mırıltıyla, bir ışık oyunuyla, bir anlık kokuyla...
Kimi zaman bir aşkı yalnızca şehir yaşatır.
Çünkü insanlar değişir, unutur, gider.
Ama şehir kalır.
Ve şehirler unutmayanlardır.
Bir şehir aşkı, sadece yaşayanların kalplerinde değil;
taşlarında, ışık oyunlarında,
rüzgârın taşıdığı esintilerde ve
hatıralarının en derin köşelerinde taşır.
Bu yüzden şehirler susmaz, susamaz;
aşka dair her şeyi, zamanın kıyısında
sonsuz bir özlemle ve hüzünle hatırlar.

Yorumlar