top of page

Aşk Tarafından

Güncelleme tarihi: 5 Eki

Aşkı, kendi çabalarınızla bulabileceğiniz ya da istediğiniz an sahip olabileceğiniz bir şey zannedersiniz.

Halbuki işin aslı öyle değildir.

O, ansızın gelir ve sizi bulur.


Başlarda, kendinizi bulunmuş olmanın sarhoşluğuna ve bu duygunun coşkusuna kaptırırsınız.

Zamanla tüm hayatınıza sızmaya başlar…


İlk evrelerde bu sızma pek de güçlü etkisi olmayan bir eylemmiş gibi gelir.

Ama öyle kalmaz.

Sonra bir bakarsınız, çepeçevre kuşatılmışsınız.

Aşk tarafından.

Evet, tarafından…


Usulca yaklaşan o his, gittikçe derinleşir ve başa çıkması zor hallere sokar sizi.

Onu yaşamanın ağırlığıyla yaşamın ağırlığı birleşince, kamburlaşırsınız.

Omzunuzda taşıdığınız hafif bir yük değildir çünkü. O yüzden o kambur kaçınılmazdır.

(Başın eğilip omuzların düştüğü, kalbe doğru bir kapanma hali olan bu duruş, sanki kalpteki çok değerli bir şeyi koruma, onu sarıp sarmalayarak uçup gitmesine izin vermemek için gösterilen derin çabanın vücut bulmuş hali gibidir bir yandan.)


Zamanla fark edersiniz ki başı dik sandığınız varoluşunuz, yavaş yavaş bir dal gibi eğilmeye başlar.

Meyvenin olgunlaşıp ağırlığıyla bükülen dalları gibi aşkın yükü ve ruhta beliren olgunluk, başını eğme hâlini de beraberinde getirir.


“Neyin olgunluğu yahu?” diye sitem edebilirsiniz.

Anlatmaya çalışayım:

Gelip sizi bulan aşk, bulduğu halde bırakmaya niyetli değildir.

Artık bir kimyasal tepkime gerçekleşmiştir duygu dünyanızda ve iç âleminizde.

Eski siz geride kalmış, yeni bir siz doğuvermiştir.


Sancı, acı, coşku, keder, karışıklık, mücadele, yükselişler, yere çakılmalar, düşmeler, kalkmalar, pes ediyorumlar, vazgeçememeler, arzular, özlemler, öfke, kırgınlık, umutlar, heyecanlar, sorgulamalar, isyan, savaş, merak, şefkat, hasret, hayret, korku ve nihayet kabulleniş, teslimiyet...

Tüm bu sürecin ve duyguların içinden sağ çıkabilmek ve onlarla yoğrulmak, olgunlaşmanın kendisini doğurmuştur.

Artık ders almamış, ders olmuşsunuzdur.

En çok da kendinize.


Bu dönüşüm sadece gündüzlerinizi değil, gecelerinizi de ele geçirir.

Gece gündüz birbirine karışmıştır.

Başını yastığa koymak ve kolayca uykuya dalmak, hasreti çekilecek bir şeye dönüşmüştür.

Gündüz uyanık olduğunuz yetmezmiş gibi gece de uykuya yer kalmamıştır.

Karanlık çöküp yaşamın ışıkları birer birer sönmeye başladığında, insanların da sesi yavaşça susar.

Ve buradan doğan sessizlikte iki ses aşikâr olur:

Kalbinizin sesi.

Ona eşlik eden zihninizin sesi…


Gün içinde bin bir çabayla susturmaya çalıştığınız bu iki ses meydana çıkar.

Ve o meydanda at koşturmaya başlarlar.

Onları dizginlemek mümkün değildir.

Artık ne sessizlik ne de irade onları durdurabilir.


Geceleri mücadeleniz böyle sürerken, gündüzleri de dışarıdan gelen sorularla sınanırsınız:“Neyin var senin?”, “Bir durgunlaştın sanki?”

Diyecek sözünüz yoktur.

Çünkü söz yetmez bu hâli anlatmaya.

“Kendime anlatamıyorum ki size hangi tarafından bahsedeyim!” diye bir nida yükselir içeriden —ama yalnızca sizin duyabileceğiniz bir sesle…


Bu süreçte, “Ben bunu şimdi niye yaptım ki?” dediğiniz bir sürü saçma şey olur.

Ama zaten sürecin tek saçmalığı bu değildir.

O yüzden, artık boşvermişliğin getirdiği garip bir güç hissedersiniz içeride bir yerlerde.

“Ne olsa beni yıkamaz,” zannına kapılırsınız.


Ama kırılganlıklarınız, gizlenen yanlarınız ve derin yaralarınız…

Hepsi ayan beyan gün yüzüne çıkar da zayıflığınızın bu kadar görünür olmasının zorluğu ve bununla ne yapacağınızı bilemeyeceğiniz bir çaresizlikle öylece kalakalırsınız.

Bu çaresizlik içindeyken hayat durmuş da ne yapsanız bir milim yerinden oynamayacakmış gibi gelir.


Artık kıyamet vakti geldi zannedersiniz.

Ama beklediğiniz hâlde bir türlü üflenmeyen sûr, zamanla hakikatin bu olmadığını fark etme noktasına gelmenize sebep olur.

Oraya gelmeseniz de bir şekilde getirilirsiniz.

Edilgen olduğunuz tek an bu değildir zaten tüm süreçte.

O yüzden kabullenmesi pek de zor olmayacaktır.


İçinden geçtiğiniz bu zaman diliminde, çok uzun süre aşkı konuşmak yerine aşkı susarsınız.(Sustuğunuzu sandığınız şey siz fark etmeden bangır bangır konuşur da... Tabii onu ancak duyabilen kulaklar bilir.)

Onu ifade etmek için kuracağınız her cümle, asla yeterli ve tatmin edici gelmeyecek gibi hissedilir.

Bu yüzden sözlerinizle onun değerine bir halel getirmek, böyle bir cürette bulunmak istemezsiniz.


Ama sonra bir bakarsınız ki o, ne konuşulacak ne de susulacak bir şeydir.

O, ancak yaşanacak ve kendisine teslim olunacak bir şeydir.

Teslim olmak dışında bir çareniz yoktur.

Başka seçeneklerin olmadığı, tek sonuçlu bir denklem gibi.


Kaçarı yoktur.

Kaçtığınızı zannedip birtakım savunmalarla kendinizi kandırma hakkınız tabii ki vardır ve saklı tutulacaktır.

Ama bu, hakikati değiştirmeyecektir.


Teslim olma ihtimali içinizde bazı taşları yerinden oynatır.

Ve sizi tetiklenen bir pozisyona getirir.

Tabii ki tetiklenmiş hâliniz bir direnişi de doğurur:

Karşı koymak, kabul etmemek, aksi olduğunu iddia etme girişimleri, inanmıyorumculuk,“Başka türlü olabilir”ler,

“Böyle olmak zorunda değil ki!” nidaları…

Ve daha niceleri…


Her direniş eylemi, “Evet, ben ondan daha güçlüyüm,” hissine —kısa süreliğine de olsa— kapılmanızı sağlar.

Ama dönüp dolaşıp geldiğiniz yer, onun —savaşı kaybetmenin mümkün olmadığı— o yeri sizden önce gelip almış olduğu gerçeğine çarptığınız bir nokta olacaktır.

Kafayı sert bir vuruşla aldığınız bu darbe sizi biraz sersemletse de kendinize de getirecektir.

Kendinize geldiğiniz yer, artık bakışın berraklaştığı, anlam dünyasının yeniden inşa edildiği, daha dingin ve sağlam bir duruşun doğduğu yerdir.


İşte bu noktada artık hayatınıza sızan şey, anlamın ta kendisi olacaktır.

Boşluklarınız, yokluklarınız, kırılganlıklarınız ve aslında tüm çatlaklarınız bu anlamla dolmaya başladığında, oraya sızan anlamın her şeyi nasıl da onardığını görmenizi sağlayacak;şaşkınlık ve hayranlıkla harmanlanmış bir bakışı doğuracaktır.


Şaşırdıkça hayranlığınız derinleşecek, baktığınız her şey yavaşça yeni bir mânâ kazanacaktır. Perde aralandıkça, o zamana dek savaş sandığınız tüm çalkantıların aslında içinizdeki yolculuğun bir parçası olduğunu fark edeceksiniz. Ve o fark ediş, sizi sessiz bir selâmete taşıyacak; dudaklarınızdan şu cümle dökülecektir:


“Meğer tufan da içimdeymiş,

Sahil de selâmet de…’”


Son Yazılar

Hepsini Gör
Aşkın Üç Halİ

Abbas Kiyarüstemi’nin İran taşra hayatını anlattığı güzel filmi  ismini genç yaşta vefat eden İranlı şair Füruğ Ferruhzad’dan alır....

 
 
 
Ben Sen ve Bİz Arasında Aşk

Ben Sen ve Biz Arasında Aşk Aşk, insanlık tarihinin en kadim meselelerinden biri... İnsanın kendini ifade yolu bulan her yere ve her şeye konu olmuş kocaman bir mesele: masallar, hikâyeler, şiir, şar

 
 
 
Georgette İlİr’e Söz Verİyor

Georgette İlir’e Söz Veriyor İlir: Bununla ne yapacağımızı bilmiyorum Georgette! Ona bir şey gibi davranabilirim, bir yer gibi, bir kimse gibi, bir imleç gibi? Georgette: Neye? İlir: Kendim gibi davr

 
 
 

Yorumlar


bottom of page