top of page

Aşk Acısı ve Romantİk İLİŞKİDE Bağımlılık

Bir ilişkinin bitişi, yalnızca iki insan arasındaki bağın kopması değil; aynı zamanda o bağın etrafında şekillenen alışkanlıkların, hayallerin ve karşılıklı anlam dünyalarının da sona ermesidir. Bir ilişkide zamanla örülen bağlar, yalnızca duygusal değil; aynı zamanda davranışsal ve bilişsel boyutlara sahiptir. Partnerle birlikte inşa edilen rutinler, ortak çevreler, birlikte yapılan planlar ve geleceğe dair beklentiler, bu bağların temelini oluşturur. Ayrılık, bu bağların tamamının kopması ya da önemli ölçüde değişmesi anlamına gelir. Aşk acısı, barındırdığı kayıp duyguları sebebiyle yas sürecine benzer. Bir partnerin kaybı ile birlikte, ona yaslanan yanlarımızı da yitiririz. Bu yüzden ayrılık, yalnızca bir veda değil; kendi suretimizle yüzleştiğimiz bir ayna işlevi de görür. Bu yüzleşme anında ne görüldüğüne bağlı olarak her birey için farklı şekillerde yaşantılanır. Kimi insan bu süreci kısa sürede geride bırakabilirken, kimisi için aylar, hatta yıllar sürebilecek bir onarım sürecine dönüşebilir.


Ayrılık sonrası hissedilen acının şiddeti, ilişkinin yoğunluğu, ortak hayallerin büyüklüğü, duygusal yatırımlar ve birlikte geçirilen zaman kadar, kişinin psikolojik dayanıklılığı, sosyal çevresinden aldığı destek ve yaşamın diğer alanlarındaki doyum kaynaklarıyla da yakından ilişkilidir. Psikodinamik bir bakış açısıyla bu acı, yalnızca mevcut ilişkinin kaybından değil, geçmiş bağlanma deneyimlerinden, erken dönem ayrılık ve kayıpların bıraktığı izlerden, bilinçdışı beklentilerden ve narsisistik yatırımların sarsılmasından da beslenir. Bu nedenle aşk acısı, sadece bir partnerin kaybıyla sınırlı olmayan, aynı zamanda çocuklukta önemli figürlerle yaşanan ilişkilerin yeniden canlanmasıyla derinleşebilen ve kişinin iç dünyasında yas, yeniden yapılanma ve dönüşüm süreçlerini harekete geçiren, bütünüyle kişiye özgü bir deneyimdir.

Modern dünyada “hızlı toparlanma” ve “hayata mümkünse daha iyi bir noktadan, mümkün değil ise kaldığı yerden devam etme” söylemleri çok yaygındır. Ancak duygusal yas, zamana ve sizin tam olarak içinde olmanıza ihtiyaç duyan bir süreçtir. Bastırılan veya aceleyle geçiştirilen, başka dert ve hadiselere emanet edilen acı, ilerleyen dönemde farklı biçimlerde yeniden ortaya çıkabilir: anksiyete, psikosomatik rahatsızlıklar, depresif dönemler veya yeni ilişkilerde tekrarlayan döngüler. Bu nedenle ayrılık sonrası duyguların yaşanması ve ifade edilmesine alan tanımak önemlidir. Bu alanı nasıl istiyorsanız o şekilde kullanmanız ise bir diğer önemli unsuru oluşturur. Gözyaşları, öfke patlamaları, sessizlik ihtiyacı veya yaratıcı üretim süreçleri olmak üzere aklınıza gelebilecek her yol (eğer size aitse) bu deneyimin doğal parçalarıdır. 


Peki ilişkide bağımlılık burada nasıl devreye girer ve neleri değiştirir? Bağımlı bir ilişkinin bitiminde, karşı tarafın hayatımızdan çıkması ile birlikte, keyif aldığımız tüm vakitleri, varlığını karşı tarafla tasdikleyen yönlerimizi de yitiririz. Süreç içerisinde her şey karşı tarafın isteği ve onayına göre dizayn edilmiştir. Bu tür bir aşk acısı, yalnızca bir ayrılık değil, bir tür kendilik yası da içerir.


İlişkide bağımlılık, kişinin kendi kimliğini, mutluluğunu ve yaşam amacını büyük ölçüde partnerine bağlamasıdır. Bu durum, zamanla bireysel sınırların erimesine, kişinin kendi ihtiyaçlarının geri planda kalmasına ve partnerin merkezde olduğu bir yaşam biçiminin oluşmasına yol açar. Kendi ihtiyaçlarını görmezden gelerek partnerinin ihtiyaçlarını önceliklendirme, ilişkiden kopma ihtimalini en büyük tehdit olarak algılama, zarar görmesine rağmen ilişkinin bitmemesi adına çabalama ve kendilik değerini partnerin sevgisi ve ilgisi üzerinden tanımlama başlıca ilişkide bağımlı olma durumunu aklımıza getiren davranım örüntüleridir. Romantik ilişkilerinde bağımlı olan kişilerin çocukluklarına baktığımızda, genellikle güvenli bir alanın neredeyse hiç sağlanmadığını görürüz. Bu kişiler ya ihtiyaç duyduklarında yeterli desteği alamamış ya da tam tersine aşırı kontrol edilip bağımsızlıkları engellenmiştir. Ebeveynleri, onların adım adım kendi özerkliklerini geliştirmelerine izin vermek yerine çok az veya çok fazla yardım sunmuş, bu da çocukta “Tek başıma başaramam” inancını pekiştirmiştir. Bu geçmiş deneyimler, yetişkinlikte, ilişkilerde yoğun bağımlılık, yalnız kalma korkusu, sürekli güvence arayışı olarak kendini gösterebilmektedir. İlişkilerin bitişi, bağımlı bireyler için yalnızca partnerin kaybı değil; aynı zamanda kendi varoluş biçimlerinin yıkılması anlamına gelir. Günlük rutinler, sosyal ilişkiler, hobiler, hatta kişisel hayaller bile partnerin etrafında şekillendiği için, ayrılık sonrasında kişi boşlukta kalır. 


İlişkide partneri, çocuklukta karşılanmamış ilgi, şefkat ve sevgi ihtiyaçları üzerinden boşlukları dolduran bir tamamlayıcı olarak görmek, kişiyi edilgen bir konuma getirir. Sevgiyi bekleyen, şefkati bekleyen ve tüm bunların varlığını sürekli teyitleyen bir pozisyondur bu. Bu gereksinimlerin frekansındaki en ufak bozulma kişi için hayati krizleri sinyallemeye başlar. Güvenli bir alanı hiç var olmamış bir çocuğun kriz karşısındaki çaresizliğini düşünün: “Bunlar karşılanmazsa ben ne olacağım?” Oysa ki ilişkilerde, bagajımızda geçmişten getirdiğimiz ihtiyaç ve beklentilerimizden özgürleşerek var olabildiğimizde, bağımlı olmayan ve ilişki içinde kendi oluşumuzu devam ettirebilen birini görmeye başlarız. Bu bagajdan özgürleşmek tamamen sıyrılmak değil; farkında olmak, bu ihtiyaçları ayrıştırabilmek, zorladığı yerleri özümseyerek üzerine çalışabilmek (terapi vb. alanlarda) ile mümkün olabilmektedir. Bu ilişkilerde yoğun olarak karşı tarafın varoluş biçimine duyulan merak ve ilginin varlığını görürüz. Bu merak ve ilgi, onun ilişkiye ne getirdiğinden bağımsız duyulur. Besleyiciliği de tam olarak iki insanın bir arada var olabilmek için kendilerinden büyük parçaları koparıp atmaları gerekmediğinde artar. Bu, bir ilişkinin sizi hiçbir değişim ve dönüşüme uğratmaması anlamına gelmez, sizi olduğunuzdan farklı biri olmaya zorlamaması ya da farklı biri olmak zorunda hissettirmemesi anlamına gelir. Bu tip bir ilişkide, ilişkinin devam etmekte zorlandığı bir noktada bitiyor olması kişiyi duygusal olarak etkilese de, kendiliği üzerinde sarsıcı ve yıkıcı bir deneyim haline dönüşmez. Romantik bağ sonlansa da kişiye duyulan ilgi ve merak yok olmaz. Bu nedenle biriktirdiğiniz anı, ortaklık ve hayallerinizi alelacele silmeye ya da duygusal sisteminizden atmaya çalışmazsınız.


Aşk acısı, özellikle bağımlı ilişkilerden çıkan kişiler için destek alabilmek ve içe dönebilmekle mümkün olacak şekilde hem en zor hem de en dönüştürücü deneyimlerden biri olabilir. Bu süreçte kaybedilen şeyler kadar, yeniden kazanılabilecek şeyler de vardır: Kendi kimliğini yeniden keşfetmek, bağımsızlığı güçlendirmek, özsaygıyı partnerden bağımsız inşa etmek. Kaybın ardından gelen boşluk, başlangıçta korkutucu görünse de aslında yeni anlamların yeşerebileceği bir süreç yaratır. Bu süreç içinde kişi, kendi ihtiyaç ve sınırlarını daha net görebilir, duygusal dayanıklılığını artırarak bağımsızlık ve özgürlük hissi kazanabilir. En önemlisi ise öz-şefkat geliştirerek, kendini suçlamadan, kişisel hedeflerine ve yaşam amacına daha güçlü bir şekilde odaklanabilir. 


Son Yazılar

Hepsini Gör
Aşkın Üç Halİ

Abbas Kiyarüstemi’nin İran taşra hayatını anlattığı güzel filmi  ismini genç yaşta vefat eden İranlı şair Füruğ Ferruhzad’dan alır....

 
 
 
Ben Sen ve Bİz Arasında Aşk

Ben Sen ve Biz Arasında Aşk Aşk, insanlık tarihinin en kadim meselelerinden biri... İnsanın kendini ifade yolu bulan her yere ve her şeye konu olmuş kocaman bir mesele: masallar, hikâyeler, şiir, şar

 
 
 
Georgette İlİr’e Söz Verİyor

Georgette İlir’e Söz Veriyor İlir: Bununla ne yapacağımızı bilmiyorum Georgette! Ona bir şey gibi davranabilirim, bir yer gibi, bir kimse gibi, bir imleç gibi? Georgette: Neye? İlir: Kendim gibi davr

 
 
 

Yorumlar


bottom of page