Eve Gİden Yolcu
- Nebiye Ay
- 23 Ağu
- 4 dakikada okunur
Dünya neresidir? Sen dünyanın neresindesindir? İçimizde ve dışımızda farklı farklı yaşadığımız bu evren, belki de karmaşıklıklar içinde yol aldığımız, sürekli keşfetmek ve anlamak için çabaladığımız devasa bir mozaik gibidir. Kendi içimizdeki farklılıkları, ruhumuzun derinliklerindeki tüm yankıları görebileceğimiz bir ev gibi dünya da katmanlardan, hikâyelerden ve zamana direnen yapılardan oluşur.
Buram buram karmaşıklık yaşadığımız yerimizden, tozun toprağa karıştığı çevremizden, evimizden bir adım atar, bir yolculuğa çıkarız. Yuvasını arayan kuş misali oradan oraya göçmesinden ilham alarak… Uçağa biner, otobüse biner, uzun uzun yollardan gideriz. Farklı farklı insanlar, mekânlar ve duygular görürüz. Dünya adeta içimizde ve dışımızda sürekli değişen, keşfetmeye doyamadığımız bir hikâyeler bütünü gibidir. Kendi içimizde taşıdığımız katmanların yankısı, geçmişle kurduğumuz köprüler ve karmaşık aidiyet duyguları içinde yol alırız.
Evden çıkıp yollara koyulurken bir göçmenin ardında bıraktığı izlerle karşılaşırız. Her yeni adımda, uzak sandığımız topraklara aslında içten içe ait olduğumuzu fark ederiz. Bambaşka insanlar, tanıdık olmayan mekânlar görsek de özünde bunların bize ne kadar yakın olduğunu, onlarda bizden parçalar saklı olduğunu anlarız. Ben de bu aidiyet arayışında ailemin göç hikâyelerinin peşine düştüm, demek yerine o hikâyeler benim önüme düştü diyebilirim.
Anneannemin İran’dan geldiğini, babaannemin de akrabalarının Türkiye’den İran’a göç ettiğini öğrendikçe o geçmişe ait parçalar birleşip bütünleşmeye başladı. Belki de bu yüzden yolculuklarda karşılaştığım her yapı, her köşe, içimde bir aidiyet duygusunu harekete geçiriyor. Ve nihayet bir mekân buluyorum: Tabatabaei Evi. İran’ın Kaşan şehrinde yükselen bu ev, sadece bir mimari yapı değil; aynı zamanda geçmişin ve günümüzün tüm farklılıklarını ve ortak yanlarını bir araya getiren bir anıt gibi adeta.
1834 yılında Cafet Tabatabaee, geniş ailesi için dönemin mimarlarından Ali Maryam Kaşani'ye 3 bölümlü, 40 odalı, 4 avlulu ve 4 bodrum katlı bir ev inşa ettirmiştir. Evin inşaatının tamamlanması 10 yıl sürmüştür. Yaşam alanını serinletmek amacıyla kavurucu sıcakta rahatlık sağlayacak 3 rüzgâr kulesi yaptırmıştır. Bölgenin yere çarpıp yüzünüze vuran acı verici sıcağını düşününce bu rüzgâr kuleleri oldukça işlevsel ve akıllıca bir fikir olarak karşımıza çıkıyor. Yağmurun asla uğramadığı bu topraklarda tek bir hatanın bütün eseri yok edip baştan yapılmasına neden olabileceği zorlu koşullara rağmen büyük bir alçı sanatı ustalığı sergilenmiş.
Evde sadece alçı işçiliği değil, çini sanatı da icra edilmiş; bu sanatın ustası evin bir parçası haline gelecek olan saflığın, dürüstlüğün ve samimiyetin her yerde yansımasını sağlamıştır. Aynalar, bu değerlerin simgesi olarak evin dört bir köşesine yerleştirilmiş; ayrıca renkli camlarla günün her saati güneş ışığının ahenkle dans ettiği bir atmosfer yaratılmıştır.
Bir aile inşa etmek, bir ev inşa etmek gibidir aynı zamanda: Birken iki olmak, ikiyken beş olmak; bir sofranın etrafında toplanıp huzurun, mutluluğun, hüznün, acının, kederin, ekmeğin, aşın, gelenin, gidenin tüm duygularını paylaştığı bir eve dönüşmek, evin halkı olmaktır. Aile, temelinde sevgi, saygı ve anlayış olan bir yapıdır. Tıpkı bir evin duvarlarını zamanla güçlendirip süslediğiniz gibi bir ailede de ilişkiler emekle, sabırla ve paylaşılan anlarla gelişir.
Tabatabaei Evi, sadece bir yapı değil, aynı zamanda duyguların ve hayatın iç içe geçtiği bir yaşam alanıdır. Evin her köşesinde, her aynada, her çini deseninde samimiyetin, sadeliğin ve anıların izleri bulunur. Tabatabaei Evi, sessiz bir tanık gibi oradan gelip geçen herkese geçmişin hikâyelerini fısıldar. Burada geçen onca yıl, sadece bir ailenin değil; geniş bir toplumun yaşam izlerini, geleneklerini ve değerlerini de bir araya getirir.
Bir ev düşünün ki sadece çekirdek ailenizi değil, aynı zamanda zihninizdeki odaları, kalbinizin derinliklerindeki geniş ailenizi ve hatta tüm ülkenizi temsil edebilsin. Bu evin duvarları, yaşanmışlıkları saklayan bir kaplumbağa kabuğu gibi hem koruyucu hem de içinde derin anlamlar barındıran bir kabuk.
Tabatabaei Evi'nin içinde dolaşırken yalnızca bir mekânda değil, kültürel bir mirasın ve paylaşılan hayatların içinde yol alırız. Bu ev, yılların emeğiyle meydana gelmiş bir masal gibi her ziyaretçisine kendinden bir parça bırakır. Evin bir ruh taşıyıcısı olduğu, kendini, geçmişini ve değerlerini bulmak için bir yolculuk alanı olduğu derinlemesine hissedilir.
Evin taşlarına dokunurken her bir taşın binlerce anıyı ve duyguyu sakladığını fark edersiniz. Avlular, bir ailenin mutluluğunu ve hüzünlerini paylaştığı, hayatın döngüsüne tanıklık eden alanlardır. Dışarıdaki kavurucu sıcağa inat, iç mekanlarda rüzgâr kulelerinin serinliği ile sağlanan ferahlık, evin sakinlerine huzur verir.
Ev, kendi içine kapalı bir dünya gibidir. Bu dünyada her nesne, her desen, her ışık yansıması bir hikâye anlatır; adeta ailenin yıllar boyunca biriktirdiği anıların sessiz bekçisidir. Evin koridorlarında gezen ayak sesleri, geçmişten gelen yankılarla birleşir; zaman, burada adeta durmuş gibidir. Renkli camlardan süzülen ışık, her köşeye farklı bir duygu katarken aynalar geçmişin izlerini bugüne taşır. Tabatabaei Evi, bir evin ötesinde, geçmişin derin köklerini geleceğe bağlayan bir yolculuktur. Orada dolaşan herkes, kendi hikâyesinden bir parçayı bulur ve bu kadim mekândan ayrılırken kalbinde özel bir iz bırakır.
Her coğrafyada kültür ve yaşam tarzı farklı olsa da evin sıcaklığına ve güvenine duyulan derin bağlılık evrenseldir. Ev, sadece dört duvar arasındaki bir mekân değil, bir kimliktir, geçmişin ve geleceğin buluştuğu, tüm duyguları içinde barındıran bir dünyadır. İnsanlar her ne kadar farklı topraklara adım atsa da, yeni yerler keşfetmek için yollara çıksa da en nihayetinde kalplerinde evin huzurunun ve rahatlığının özlemi vardır. Ev, her yolculuktan sonra geri dönülen, sığınılan ve en rahat hissedilen yerdir, yuvadır.
Tabatabaei Evi’nin atmosferi, insanın içsel dünyasına derinlemesine inen bir yolculuk gibi. Belki hepimiz bir gün böylesi bir evi ya da sembolik olarak kendimiz için anlamı büyük bir mekânı bulmaya çalışıyoruzdur. Yaşamlarımızda karşılaştığımız zorluklar karşısında bize dinginlik ve ferahlık veren, aynı zamanda köklerimizi hatırlatan bir yer: farklılıkların uyum içinde olduğu, geçmişin ve geleceğin bir arada yaşandığı, insanı özüne döndüren.
Kendi evinize dönüş hem dışarıdaki dünyaya hem de içsel yolculuğunuza bir son verir. Ev, sadece dört tarafı kapatılmış bir mekân değildir; sizi siz yapan her şeyin bir araya geldiği bir yuvadır. Dünya neresidir diye sorduğumuzda belki de cevabı bu tür yerlerde buluruz. Eve duyulan özlem dünya üzerinde herkesin paylaştığı ortak bir duygu, güvende hissettiren yere dönme arzusudur. O evin içinde tüm karmaşıklığa rağmen bir dinginlik, bir huzur bulursunuz ve en nihayetinde, dünyadaki her şey size aitmiş gibi hissettiren huzur ve güven duygusuna kavuşursunuz.
Yorumlar