EV, YUVA VE AİDİYET: BAĞLANMA KURAMI ÜZERİNDEN BİR İNCELEME
- Gözde Mercan
- 23 Ağu
- 4 dakikada okunur
Canlıların yaşamlarına devam edebilmesi için gerekli temel ihtiyaçlardan biridir barınma. ‘Doğanın etkilerinden korunmak için kapalı bir yerde olmak’ diye de tanımlanır. Doğada yaşayan canlılarla kıyaslandığında insanın daha savunmasız ve duygusal bir varlık olması nedeniyle bir yere ait hissetmeden, sığınacağı bir yer olmadan yaşayabilmesi zordur; insan için barınma ihtiyacı olmazsa olmaz konumdadır. Bu anlamda ev, bizlere dış etkenlerin yıpratıcılığından, sıcaktan-soğuktan koruyan ve dış dünyadan ayıran duvarlar sunar.
Fiziksel korunmayı içeren barınma ihtiyacının tanımını yerine getiren ev, sosyal varlıklar olan insanlar için sadece bu temel ihtiyacı karşılıyor olması ile yeterli midir?
Bu soruyu Harry Harlow’un Maymun Deneyi ile açıklamak yerinde olacaktır. 1950’li yıllarda psikologlar bebeklerin anneleri ile kurduğu bağın temel nedeninin, annenin bebeğin hayatında besin sağlayıcı bir rolde olmasından kaynaklandığını düşünmektelerdi. Canlıların temel ihtiyaçlarından biri olan besin ihtiyacının bebekler için önemli olduğu bilinse de Harry Harlow, sıcaklık, konfor, bebeğe verilen sevgi kavramlarının görmezden gelindiğini düşünüyordu. Bu karşıt düşüncelerin sonucunda, o yıllarda Harlow tarafından yapılan deneyde yeni doğmuş Rhesus maymunları annelerinden ayrılarak iki farklı anne türüne maruz bırakılmışlardı. Bu temsilî ve cansız annelerin ikisi de tellerden oluşuyordu. Birinci annenin üzerinde biberon bulunmaktaydı ve sadece ‘besin sağlayıcı’ görevindeydi. İkinci anne ise yumuşak bir cisim ile kaplanmış, sıcak hissettiren fakat herhangi bir besin sağlayacak maddesi bulunmayan bir anneydi. Maymunlara iki sahte anneyle de bağ kurabilmeleri için gerekli zaman ve ortam verildi. Deneyin sonucunda ise maymunların besin sağlamak için birinci anneye gitseler de ikinci annede daha çok zaman geçirdikleri, herhangi bir tehdit durumunda ikinci anneye sarıldıkları ve orada kendilerini sıcak ve konforlu hissettikleri, birinci anneyi sadece besin ihtiyaçlarını karşılamak için kullandıkları gözlemlenmişti. Gözlemlenen bu durumda ortaya çıkan yorum, maymunların anneleri ile kurduğu bağın asıl nedeninin annenin besin sağlaması değil; güven ve şefkat alanı oluşturması olduğudur.
Deneyin çeşitleri yapıldığında da benzer sonuçlara varılmıştır. Maymunların kendileri için yabancı bir ortama maruz bırakıldıklarında tedirgin davrandıkları ve ortamdan korktukları gözlemlenmesine rağmen aynı yabancı ortamda güvenli bildikleri anne figürü ile bulunduklarında ortamı keşfetmeye çalıştıkları, herhangi bir tehdit durumunda ikinci anneye geri döndükleri, yabancı ortamda güvenli hissettiren anneyi yuva olarak gördükleri, onunla kurduğu güven ilişkisi sebebiyle ortama alıştıkları gözlemlenmiştir.
John Bowlby’nin “Bağlanma’’ kitabı da bu deneyin sonuçlarını açıklayıcı nitelikte görüşler sunmaktadır. Kitapta birçok çocuğun ortamlarından dolayı zarar gördükleri fakat bununla birlikte bilindik anne figürü oldukça zararların ciddi ya da sürekli olmasının nadir görüldüğünden bahsedilir. Dolayısıyla yabancı bir ortam çocuktaki üzüntünün birincil nedeni değildir, annenin yokluğu bu üzüntüyü şiddetlendirir. Bu durum, maymunlar üzerinde yapılan deneyle de paralellik göstermektedir.
Bahsedilen ortam-canlı ilişkisinde benzerlik yaparak ev kavramına baktığımızda barınma ihtiyacının ötesinde bir alan olduğu görülür; ilişki kurmayı öğrendiğimiz, ötekini tanıdığımız, kimliğimizi inşa ettiğimiz, geleceğe hazırlandığımız, bizi dönüştüren bir alan. Ev, sosyal varlıklar olan insanlara bir yuva ve derin bir aidiyet hissi sunar. Bu deneyin ve sonucunda bağlanma kuramının bize söylediği şey de şudur ki, evi esas olarak yuva yapan ve aidiyet duygusunu oluşturan unsur, sevgi ve şefkat nesnesidir.
Evin bu anlamda tanımını yaptıktan sonra evi yuva olarak öğrenmiş çocukların büyüdüklerinde nasıl ilişki kurduklarına bakalım. Öncelikle burada, yaşamın ilk yıllarında oluşan bağlanma kuramından bahsetmek gerekir. Bireyin ötekilerle ilişki kurup kuramadığı, onlarla iletişim şekli, neyi nasıl yapacağı ve kim olacağı bebeklik ve erken çocukluk çağında büyüdüğü ev ile şekillenir. Burada “ev” olarak adlandırılan aslında ilk bakım verenlerdir. Bebeğin yaşamındaki en önemli kişilerin anne-baba olduğu, anne-baba ve bu bakım verenlerin bulunduğu ev ile kurulan iyi bir ilişkinin yetişkinlik çağında öteki ilişkilerde de devam etme olasılığının yüksek olduğu bilinmektedir.
Bir bebek ile kurulan bağ, bebeğin muhtaçlığı göz önüne alındığında pek tabii onun biyolojik ihtiyaçlarını karşılamak ile kurulacak olan bir bağdır. Fakat durum böyle olsa da bağlanma duygusal ihtiyaçların da karşılanmasıyla anlam kazanan bir süreçtir. Bebek için karşılanan temel ihtiyaçların yanında, ihtiyacı olduğu anda hemen bulunma veya gecikme hâli, algılayabildiği donuk veya güleç bir yüz, korku durumunda aradığı güvenli kişi, bağlandığı kişinin varlığı, yani “ev”in içindekiler önemlidir. Bebek dünyayı algılamaya ilk olarak annenin ilgisiyle başlar. Burada muhtaçlığın doğurduğu bir iletişim vardır. Zamanla bebeğin hayatına ikinci, üçüncü ve daha fazlası girer; sosyal algısı gelişir. Bu gelişim sırasında oluşan bağ güvenli ise artık yetişkin olan bebek, yaşamdaki diğer ilişkilerini de bu temelde ilerletir; hem kendisine hem de başkalarına karşı olumlu bakış açısı, yardım talep ederek zor duygularında yapıcı olma isteği ve onları kabul etme bunun bir yansımasıdır. Tersi durumda, evin güvenli bir yuva olmadığı, bağlanmanın güvenli bir şekilde oluşmadığı evde büyüyen bebekler için yetişkinlik evresi zorlayıcı ilişkilerle dolu olabilir.
Bağlanma kuramı üzerinden ev kavramı incelemesinde nihai olarak bireyin anne karnındaki ilk evinden başlayarak temel ilişkilenme biçimlerini oluşturduğu, büyüdüğü ev ile bu ilişkilenme biçimlerini güçlendirdiği ve bunu yaşam boyunca devam ettirdiği anlaşılmaktadır.
Anne karnında biyolojik gelişimin sağlıklı olması ya da dünyada fiziksel bir barınağa sahip olmak tek başına yeterli değildir. Ev, bireyin bugünü ve geleceği için temel oluşturan, hem fizyolojik hem de duygusal ihtiyaçlarını karşılayan bir alandır.
KAYNAKÇA
Kesebir, Ş., Özdoğan, S., & Üstündağ, M. F. (2011). Bağlanma ve psikopatoloji. Psikiyatride güncel yaklaşımlar, 3(2), 321-342.
Soysal, A. Ş., Bodur, Ş., İşeri, E., & Şenol, S. (2005). Bebeklik dönemindeki bağlanma sürecine genel bir bakış. Klinik Psikiyatri Dergisi, 8, 88–99.
Subaşı, N. G., & Kazan, H. (2020). Çocukluk dönemi bağlanma stillerinin yetişkin iletişimindeki etkisi. The Online Journal of Design, Art and Communication (TOJDAC), 2, 147–162.
Yorumlar