EV NERESİ SEVGİLİ DOSTUM
- Saliha Meryem Şahin
- 23 Ağu
- 3 dakikada okunur
Ev benim için ve pek tabii pek çok insan için maddiyatı ve şimdiyi aşan, çok daha yüksek ve içsel bir kavramdır. Ev benim için “aidiyet” demektir. Şimdi aramıza kilometrelerin girdiği, gönül bağımın onları göremesem dahi görünmeyen iplerle sıkı sıkıya kenetlendiği insanların zihnimde belirmesi, herkesten uzaklaştığımı sandığım anımda yeryüzündeki muğlak varlığımı hatırlatan, içimi ısıtan, hayata tutunuşumu kuvvetlendiren yegâne bir dosta dönüştürür tüm anılarımı. Şimdi gecelerimi dört yeni yüzle iki göz bir yurt odasının içinde uykuya dalmaya çalışırken hayallerime sarılmaya gayret ederek geçirir oldum. Bu iki göz hayat vermeye çalıştığım oda benim evim mi? Sanmıyorum.
Bu geçici göçebe hayatım içinde çok fazla evde yaşadım, ev tanıdım, ev taşıdım. Bu yazıyı yazmaya karar verdiğimde de yazıya hiç geçirmediğim bu soruyu yönelttim kendime: “ Benim evim neresi, nereydi?” Anneanneciğimin sobasının etrafına dizilip közlenmeye yatırdığımız patatesleri beklerken türlü oyunlarla vakit öldürdüğümüz, kapıyı çok çarpıyoruz diye anneannemin kapıyı söküp götürdüğü, cereyanın faturası fazla geliyor diye tüm sülalenin akşamları toplandığı tek oda, kışın en sıcak odası, benim evim. Teyzemin dizinin dibine uzanıp sabahlara kadar ergen aşk hayatlarımızı anlatıp gülüştüğümüz, ülkeyi, gündemi, inancı, inanmayışımızı tartıştığımız, çocukluğumuzu hatırladığımız Viranşehir’in zemin kat dairesi. Oraya yalnızca bir defa gitmiş olsam da sanıyorum, orası da benim evim.
Özgürlüğümün ketlendiği, kimi zaman yalnız bırakıldığım için gözyaşları döktüğüm, dostlarımla kahkahalara boğulduğum, delicesine dans etmekten kendimi kaybettiğim, aşk acısından dostluk kırıklıklarına, patlayana kadar gülmenin kıymetli ve acı verici bir his olduğuna kadar her duyguyu tattığım lise sıralarım da benim evim. Bir şeyin ev olması için her zaman yüreğini ısıtan sevimli anılara sahiplik etmesi gerekmiyor.
En yakın dostumu her gece tatsız şakalarımla bıktırdığım, etrafında sayısız tur atarken sırlarımızı paylaşıp insanları tahlil ettiğimiz, defalarca aynı konuları bıkmadan konuştuğumuz, attığımız sonsuz kahkahaların, oynaşan çocukların gürültüsü arasında yitip gittiği dondurmalı park da benim evim. Anneciğimin sesi, babamın bana hediye ettiği ilk kameram, kardeşim ve kedimizle balkonda izlediğim filmler, kuzenlerimizle hazırladığımız gösteriler, halamın üniversite hediyesi, üç sene boyunca “Gelebilirsin Saliha” sesini aynı telaşla beklediğim terapi koltuğum da benim evim. Henüz yaşamadığım hayallerime de “evim” deme cüretini gösterebilirim. Çünkü onları düşünmek zaman zaman yüreğimde huzur, zaman zaman düş kırıklığı, zaman zaman da heyecan yaratıyor ve ben onlara ait hissediyorum.
Şimdilerde aidiyetini kaybetmiş ve bunu her ay farklı bir diyarda arayan eski ve küçük bir dostum var. Belki de ruhlarımızın arasındaki bağın çoktan uçup gittiği, geriye yalnızca formatif ve mekanik bir ilişkinin soğuk merhaba merasiminin kaldığı çok yakın bir dost. Geçmişindeki evleri belki de yıkılmış, yerine karton ve kırılgan bir kutudan sahte anılar ve evler yerleştirilmiştir. Keşke ona bütün samimiyetimle söyleyebilsem: “Bir şeyin ev olması için her zaman yüreğini ısıtan sevimli anılara sahiplik etmesi gerekmiyor.” Bazen çok sıkı temel attığımızı düşündüğümüz anılarımız, hiç onları var eden biz değilmişiz gibi bir takım sarsıntılarla karanlığa mahkum olabilir. Ya da biz, tıpkı filin zincirlerini kırdıkları vakit dahi zincirine hapsolması gibi o karanlığı hayatımızı esir almış korkunç bir canavar sanabiliriz. Ama şunları unutma ki güzel dostum, biz seninle aynı geceleri paylaştığımız zamanlar aynı gecenin sonsuz gününü doğurduk. Legolarımızı üst üste dizip mahalleler kurduk, sonra onları bozup civcivler, ağaçlar, noel babalar yaptık. Çıplak ayaklarımızla asfalt yollarda yarıştık. Bir gün küstük, diğer gün barıştık. Sayısız defa taşındık. Her seferinde de evimizi yeniden yaptık.
Arayışının bittiği ya da arayıştan bıktığın zaman sevgili dostum. Yıkıldığını sandığın temelin derinlerinden pastel boyalarımızla süslediğimiz göğe doğru filizler çoktandır yükselmekte. Sevgili kadın, o filizlerin büyümesi için ferlerinin yaşlarını kullandı yıllarca. Bir gün bunu fark ettiğinde, belki koltuk minderlerinden yıkıp yıkıp yeniden kurduğumuz kalelerimizi seneler sonra tekrar inşa ederiz.
Yorumlar