Bellek Labİrentİ: Sİnemada Unutmanın ve Hatırlamanın Hİkâyesİ
- momentodergisi
- 23 Ağu
- 4 dakikada okunur
Hafıza, insanın kimliğini ve geçmişini şekillendiren en temel unsurlardan biridir. Bazı insanlar eski sevgililerini zihinlerinden silmek için hafızalarını yok etmeye yönelik bir prosedüre başvururken, bazıları ölmüş eşlerinin intikamını almak için eski anılarına tutunur, bazıları ise otobiyografik bilgilerini tamamen kaybettiklerinden kendilerine yeni bir kimlik inşa etmeye çabalar. The Man Without a Past, Memento ve Spellbound gibi filmler, hafızanın sadece geçmişi hatırlamakla kalmayıp aynı zamanda bireyin kimliğini yeniden şekillendirme ve geleceğini belirleme sürecinde de merkezi bir rol oynadığını ortaya koyuyor.
Bu eserler, karakterlerin hafıza kaybıyla yüzleşirken yaşadıkları kimlik krizlerini ve psikolojik dönüşümleri derinlemesine keşfederek hafızanın insanın varoluşuna nasıl yön verdiğini gözler önüne seriyor. Bu yazıda, beyin hasarı nedeniyle hafızanın etkili bir şekilde çalışmamasından kaynaklanan hafıza kaybı veya “amnezi” durumunu sinemadan örneklerle ele alacağız.
The Man Without a Past (2002): Retrograd Amnezi
The Man Without a Past filminde baş karakter M, Helsinki’ye geldikten kısa bir süre sonra saldırıya uğrar ve ağır şekilde dövülerek bilincini kaybeder. Uyandığında, geçmişine dair hiçbir şey hatırlayamaz; adını, kim olduğunu ya da hayatına dair temel bilgileri bile bilmez. Ancak yeni anılar oluşturabilir.
Bu filmde M’nin yaşadığı hafıza kaybı, retrograd amneziye örnek teşkil eder. Retrograd amnezi, beyin hasarından önceki anıların kaybolmasıyla karakterize edilirken; anterograd amnezi, hasar sonrası edinilen bilgilerin unutulmasını ifade eder. M’nin yaşadığı hafıza kaybı, saldırı sonucu aldığı kafa travmasına bağlı olarak gelişmiş bir retrograd amnezi vakasıdır. Bu tür bir hafıza kaybı, genellikle hipokampus, prefrontal korteks ve temporal lobun travmaya bağlı olarak geçici ya da kalıcı hasar görmesiyle ilişkilidir.
Retrograd amnezide kaybolan anılar genellikle otobiyografik ve deklaratif türde olurken, prosedürel bellek -yani motor becerilerimiz ve alışkanlıklarımız- korunur. Bu durum, The Man Without a Past filminde net bir şekilde gözlemlenir. M, geçmişini, kimliğini ve kişisel hikâyesini unutmuş olsa da marangozluk gibi becerilerini hatırlamaktadır. Bilinçdışı belleği sağlam olduğu için el aletlerini ustaca kullanmaya devam eder. Prosedürel belleğin özellikle bazal ganglionlar ve serebellum gibi bölgelerde depolandığı düşünüldüğünde, bu tür motor becerilerin travmatik hafıza kayıplarında bile korunabilmesi mantıklıdır.
M’nin yaşadığı amnezi, yalnızca nörolojik bir kayıptan ibaret değildir; aynı zamanda benlik algısının yitimi ve kimlik krizi ile de sonuçlanır. Travmatik amnezi yaşayan bireyler, kaybettikleri geçmişleriyle birlikte kendilerini yeniden inşa etmek zorunda kalırlar. Filmde, M’nin geçmişine dair hiçbir bağ olmaksızın sıfırdan bir hayat kurması ve kimliksizliğiyle yüzleşmesi, benlik algısının ve bireysel varoluşun anılarla ne kadar iç içe olduğunu gösterir.
M’nin zamanla hafızasını geri kazanmak yerine yeni bir kimlik oluşturması, amnezinin yalnızca bir kayıp değil; aynı zamanda bir dönüşüm süreci olabileceğini vurgular.
Memento (2000): Anterograd Amnezi
Christopher Nolan’ın Memento filminde baş karakter Leonard Shelby, yaşadığı travmatik bir olay sonrası yeni anılar oluşturamaz hâle gelmiştir. Bu, onun için hayatı sürekli kaybolan parçalardan ibaret hâle getirir. Olayları unuttuğu için, ipuçlarını kaybetmemek amacıyla her detayı not alır, fotoğraflar çeker ve hatta en önemli bilgileri vücuduna dövme olarak işler. Anterograd amnezi, beynin özellikle hipokampus ve çevresindeki temporal lob bölgelerinin hasar görmesiyle ortaya çıkar. Leonard’ın durumu da bu tanıma birebir uyar. Hafızası birkaç dakika içinde sıfırlanır ve yeni bilgiler uzun süreli belleğe aktarılamaz. Ancak geçmişine dair eski anılarını koruyabiliyor oluşu, klasik anterograd amnezi vakalarını hatırlatır. Yeni anılar oluşturamamak Leonard’ı geçmişe takılı kalmaya zorlar ve bu durum, benlik algısını da büyük ölçüde etkiler. Kendisini sadece geçmişten gelen kırıntılarla tanımlamak zorunda olduğu için kimliği de sürekli belirsizlik içinde kalır. Leonard’ın karısına zarar verenlerden intikam almak gibi bir amacı olduğu göz önüne alındığında durumu oldukça karmaşık ve zorlu hâle gelir.
Leonard, hafıza kaybını yönetebilmek adına bir dizi strateji geliştirir. Polaroid fotoğraflar, kısa notlar ve dövmeler, onun için kaybolan hafızasının yerine koyduğu yapay hatırlatıcılar gibidir. Gerçek hayatta anterograd amnezi hastalarının da benzer yöntemlere başvurduğu biliniyor. Günlük planlarını yazılı listelerle düzenleyen, alarm sistemleriyle önemli olayları hatırlayan bireyler gibi Leonard da kendi sistemini oluşturur. Ancak, filmin ilerleyişi boyunca bu sistemin aslında ne kadar güvenilmez olduğunu görürüz. Notları manipüle edilebilir, fotoğraflar yanlış yorumlanabilir ve hafızasını korumak için kurduğu yapı kendi içinde çökebilir. Ancak, filmin ilerleyişi boyunca bu sistemin aslında ne kadar güvenilmez olduğunu görürüz. Notları manipüle edilebilir, fotoğraflar yanlış yorumlanabilir ve hafızasını korumak için kurduğu yapı kendi içinde çökebilir.
Filmin anlatı tekniği de izleyiciyi Leonard’ın zihinsel durumuna yaklaştıran bir etki yaratır. Hikâye kronolojik olarak geriye doğru ilerlediği için biz de tıpkı Leonard gibi geçmişte ne olduğunu bilmeden olayları anlamaya çalışıyoruz. Bu anlatım biçimi, hafıza kaybının nasıl bir bilinç bulanıklığı yarattığını deneyimlememizi sağlar. Sürekli olarak parçaları birleştirmeye çalışırken Leonard’ın kendini nasıl kaybolmuş hissettiğini de daha iyi kavrıyoruz.
Spellbound (1945): Psikojenik Amnezi
Hafıza bozuklukları yalnızca beyin yaralanmalarından veya nörolojik hastalıklardan kaynaklanmaz. Psikojenik amnezi, beyin dokusunda tespit edilebilir bir hasar olmaksızın gelişen işlevsel bir hafıza bozukluğudur. Bu tür amnezide, birey belirli otobiyografik anıları tamamen veya kısmen unutabilir; ancak bu unutma sürecinin arkasında genellikle yoğun psikolojik stres ya da travma bulunur. Dissosiyatif füg, psikojenik amnezinin en çarpıcı formlarından biridir ve bireyin aniden geçmişine dair bilgileri kaybederek bilinçsizce farklı bir ortama gitmesiyle karakterizedir.
Alfred Hitchcock’un Spellbound filmi, dissosiyatif fügün psikolojik ve görsel yönlerini başarılı bir şekilde işleyen klasik örneklerden biridir. Filmin başlarında kendisini Dr. Edwardes olarak tanıtan karakter John Ballantyne, aslında bu kimliğe dair herhangi bir gerçek anıya sahip değildir; yalnızca kendini bu kimlikte olduğuna inandırmıştır.
Ancak belirli nesnelere ve desenlere verdiği bilinçdışı tepkiler, zihninin bastırdığı travmatik olayların varlığını açığa çıkarır. Özellikle çizgili desenler gördüğünde yaşadığı rahatsızlık, geçmişindeki kritik bir anıyı tetiklemektedir. Araya küçük bir fun fact sıkıştıralım: Film boyunca bilinçdışına gömülü olan travmatik anıları açığa çıkaran rüya sekansı, Salvador Dalí’nin tasarladığı sürrealist imgelerle şekillendirilmiştir. Bu sahnede yer alan dev bir göz, oyun kartları ve büyük bir çatal bıçak takımı, Ballantyne’ın zihninde gömülü olan anıların sembolleridir. Dr. Petersen’in yardımıyla bu sembollerin anlamını keşfetmeye başladığında bastırılmış anıları gün yüzüne çıkar ve gerçek kimliğini hatırlama süreci başlar. Bu noktada, film yalnızca dissosiyatif fügü anlatmakla kalmaz, aynı zamanda psikanalitik bir hafıza geri kazanım sürecini de görsel anlatım diliyle işler.
Görünen o ki hafıza, yalnızca gerektiğinde anılarımızı geri çağırmak değil aynı zamanda kim olduğumuzu inşa etmekle ilgili. Memento, The Man Without a Past ve Spellbound, belleğin kaybının gerçeklik algısını parçalara ayırdığını gösteriyor. Unutmak bazen bir savunma mekanizması, bazen de kaçınılmaz bir nörolojik yıkım olarak karşımıza çıkar. Ancak en rahatsız edici olasılık, belki de hiç hatırlamadıklarımızın değil, hatırladığımızı ve hatırlamadığımızı sandıklarımızın bizi şekillendirmesi olabilir. Eğer hafıza, gerçeğin bir kaydı değil de onun kırılgan bir yorumuysa, şu soru aklımı kurcalıyor: Hafızamız olmadan biz kimiz?

Yorumlar