TRAJİK İNSANIN KORKUSUZLUĞU, SABİT VE DEĞİŞMEZ BİR GEÇMİŞ YARATMA FAALİYETİ
ZEYNEP ÖZUSTA
Dev Venizelos zalim defterini kolay bırakmadı. Dor istilası, Hellas’ın it dalaşı, Goudi darbesi canı çıngıraklarla yeniden dirilten bir gerdanlıktı. İp mi denmeli? Astı kendini onunla. Bir gün, penceresine dayanan papağanın gagasından mıdır bilinmez, kendini tropik bir iklimin Belçika’sında buldu. Birinin fincanından dirsek kırılması sonrası düşen damla gibiydi. Hızı mesafe uzadıkça arttı. Uzo, seni niçin burda karşılayamadık? Çünkü rüzgarın alevi yuttuğunda sen sokakların hükmünü kutsuyorsun. Donanmalar yanıyordu, filikalar bile kurtulamazdı. On üç yaşlarında bir kız endişesiyle akşamı bitirmeden kervanı nasıl vardıracağını düşünüyordun. Rakibini budala zannetmişsin ya da korkundan bundan başkasını dilememişsin.
Seninki bizzat romantik bir söylem, iki kıta beş deniz çıngıraklarınla gitmez. “Bu çocukluk idareye son ver,” dedim. Çünkü sen, geçici bir alevle ele alınmayı bilirsin. Fakat biz, terkten daha tatlı gelen bir ekmek ve üzümle doyarak buradayız. Hayatım, hayatına bağlı toprağın. Aklım, bir saat ibresine tutunup sallanmakta. Kurşunun kulağımdan vızıldayarak geçişini duyuyorum. Tek başıma alametlerin kastını düşünüyorum. Bir katli bilfiil işleseydim, “Amin” der miydim, emin olamıyorum. Fakat sen, yaslandığın direkten gelen cezbeden eminsin. Kırılmaların ve çekinmelerin yok. Bülbül şakıyışlarını duyamayan bir yürek, yürek midir?
İnatçı bir ur ile külünden doğmayı kaçırdı Venizelos. Bundan mıdır, penceresine dayanana kadar teriyle yanağı birbirinden ayrılmadı. Çapa attığı güverte asabi, gece bekçileri bir mutsuzdu. Evlerin sahipleri gidecek zannederken her zaman döneceğini bilen sokak endişesi. Kainat bilirdi, bu topraklar gözü iyi olmadığı için ayıklığını kaybetmedi. Şimdi ben, kopan kulağımın cinayetiyle yaşıyorum. Sürekli sıkıntıdayım ama et parçalarının yüzüme sıçrayışı, kaygılarıma güvercin oluyor. Fakat bu, su perilerini güvercine çeviren tanrıların değil, bedenleri uyuduğu vakit ruhları dünyayı dolaştığına inanılan letafetin gösterisi.
Bu notları, günü gününe tutulmuş bir adamın hatıraları olarak alınız. Gerek hafızamın gerekse hatırlama fiilimin kendine özgü karmaşık doğasıyla bu notlarda bazı oynamalar yapılsa da günahın sadece Venizelos’un başına patladığını söylemekten uzağım. Esir olarak sessizliğin zorunlu kılınması, benim içinden çıkamadığım utanç verici bir suç olarak üstüme yapıştı. Şimdi, cama ne kadar çarparsa çarpsın gagalar; bir fincan ne kadar kırılırsa kırılsın, ne damlardaki ağlama sesleri ne de kuru ekmeğin doldurduğu mide rahatsızlığı, beni mürekkebi dağıtan bu yağmur damlalarına şükretmekten alıkoymayacak. Çünkü bu toprak yine kapılarımdan süzülüp hoş bir misafir gibi gelecek, hangi mevkide ne suretle esir oldunuz diye soracak, hasta olarak mı esir düştünüz diyecek. Ve ben, bir öksüz olarak evlat edinildiğim bu balçığa şerefini hakkıyla muhafaza edemeyen nefer olmayacağım.
İdrakimin ve ruhumun pelte hâline geldiği bu kabullenişin sonunda düşünebildiğim yegâne şey, kalbime bir süngü ucunun saplanabileceği hâlâ. Bir içimlik zaman, hayatı çekilir kılacak; ebedi ve renksiz gelin.
*Bu metin büyük Yunanistan'ı kurmayı amaçlayan Venizelos sembolüyle bir askerin vatanını ev olarak gördüğü anı ve düşüncelerini konu alma ilhamıyla yazılmıştır.