top of page

Savunmasız Bir Tanıklık

Aleyna tekeredelİ

O an hareketsiz duruyorum, kim olduğumu hatırlatacak hiçbir şey bırakmamayı umarak, öylece duruyorum. Havayla buluşan tenim belli belirsiz titriyor. İki beden, iki sınır ve bir dar geçit. Ben sağdayım, o solda. Bu sınırlar nerede başlıyor, nerede bitiyor bulanık. Aramızda bir bedenlik ince bir boşluktan geçit. Bir direnç ve teslimiyet geçidi. Titrek adımları görüyorum, yere basışların ritmini duyuyorum. Derimin üzerindeki tüyler hafifçe dikenleşiyor. Onlar geçmek istiyor, ben duruyorum. Kaçınılmaz dokunuşu bekliyorum. Dışımdaki fısıltıları ve nefeslerin sıcaklığını duyumsuyorum. Adımlar arası boşluk göz açıp kapayıncaya kadar daralıyor ve genişliyor. Sahi bu sınırlar nerede başlıyor, nerede bitiyor ki? Başka bir bedenin boşluğu doldurduğu o an, zaman yavaşlıyor, hava yoğunlaşıyor. Bir temasın ağırlığını, bir temasın ötesini taşıyor bu an. Soyunmak farkındalıklı bir iletim burada artık. Soyunuk tenin kıvrıldığı her yer, artık yalnızca çıplaklık değil; bilinçli bir varoluşsal hal. Soyunmak burada artık, mecburi bir iletim. İfşa olmaya yazgılı varlığı, kaçamayacağı bir görünürlükle, kendine tanık olmaya mahkûm ediyorum.

O an hareketsiz duruyorum, dizlerim yerde oturuveriyorum, göz hizasındayım onun. Burun deliklerimdeki filtrenin rahatsızlığını fark etmiyorum bile anın kesifliğinden. Yüzümüz tam karşı karşıya. Dudaklarımız birbirine bastırıyor. İkimizin ağzı da açık. Bu bir öpüşme değil. Hiç değil. Göz kapaklarım yarı açık; gözlerimi onun gözlerinden ayırmıyorum. Al, ver. Al, ver. Nefesleri aynı hızda veriyoruz. Ve o ilk nefesle; bedensel sınırlarının eridiğini duyumsuyorum. İçine girilebilen, çözülebilen, dağılabilen “ben” ve “o” arasındaki çizginin silindiği bir birlik hali meydana geliyor. Nefes, bir döngü gibi deviniyor onunla ben arasında. Zamanı kaybettiğim bir yer duyumsuyorum. Gözümden birkaç damla yaş süzülüyor. Onun ağzından gelen nefes sıcak ama ölü. Yutkunamıyorum. Geçen saniyelerle nefes sesinden acılarımız hissedilebiliyor artık. Hayatta kalmak için yarılmam gerektiğini duyumsuyorum. Boğazım yanıyor, parmaklarım uyuşuyor. Dirseklerimden aşağı doğru kaslarım sarsılıyor. Gözler önünde dirimle ölümün eşiğine sallanıyoruz. Onun alnından bir ter damlası tenime düşüyor. O an kendi alnımdan süzülen damlacıkları fark ediyorum, ama soğuk. Ama hâlâ yarılmıyoruz; ne ben çekiliyorum, ne o. Vücudumun titrekliği artıyor. Gözlerimde ışıltılar beliriyor, siyah noktalara karışıyorlar. Kafamda hafif bir basınç hissediyorum, iç kulağımda zonklama. Düşünceler karışık, zemin kayıyor gibi, zihnim bulanıyor. 1140 saniye. İfşa olmaya yazgılı varlığı, kaçamayacağı bir görünürlükle, kendine tanık olmaya mahkûm ediyorum.

O an hareketsiz duruyorum, masanın yakınlarında, üzerimde kıpırtısız iki parça kıyafet, şimdilik. Bir süre kaygılı bakışlar ve durağanlıkta bir bekleyiş hâkim oluyor. Ve o ilk sessiz adım. Biri elime bir gül tutuşturuyor. Ben burada değilim artık. Ben bir nesneyim artık. Bilinçli edilgenliğimi sunuyorum. Ötekini harekete geçirebilen bir güç veriyorum. Bir diğeri, saçımı okşuyor. Kimi öpüyor, kimi bir şeyler yediriyor. Biri üstümü ıslatıyor. Ben öylece dururken, zaman geçiyor sanırım. Bana neyi layık görüyorlarsa, o oluyorum. Bütün sınırları terk edilmiş bir incinebilirlik içindeyim. Yavaş yavaş makasın kesik seslerini duyuyorum, kumaşının dokusunun tenimi çıplak bırakışını hissediyorum. Ardından elinde rujla bana yaklaşan bir kadın görüyorum. Dudaklarımda rujun koyumsu kıvamını hissediyorum, sonra yüzüm sonra vücudum. Ben yokum ama her şey bende oluyor. Benim kırılganlığım onların şiddetine dönüşüyor. Tenime değen jiletle önce bir serinlik yayılıyor. Belirsiz an içinde; derin, ince bir çizgiyle derim aralanıyor. Göğsümden süzülen kan ve gözümden akan yaş zemini ıslatıyor, duyuyorum. Göğsüme yaklaşan bir yüz görüyorum. Tüm gözler bende, bedenimde ama gözlerimde değil. İnce ama derin yarığa dudaklarını dayıyor. Bir tür ayna tutuyorum. Ne görmek isterlerse onu yansıtıyorlar. Bazen de ayna kendime dönüyor, benden beni yansıtıyor. Kanımı içen kişinin nefesini tenimde hissettiğim o an; korku, direniş ve teslimiyet iç içe tüm varlığımı sarıyor. Şu an, an; artık bilmiyorum. Boynumda dikenleri batan bir gül, elimde soğuk metali tenime değen bir tabanca, boğuk gürültüler duyuyorum, bir kargaşa hali hâkim. Kıpırdamaya başlıyorum. Çok kısa süre sonra… Yalnızım, odanın ortasında. Çıplak; kan, çiçek, tükürük ve sessizlik içinde. İfşa olmaya yazgılı varlığı, kaçamayacağı bir görünürlükle, kendine tanık olmaya mahkûm ediyorum.

Ben, anadan üryan bir savunmasızlık haliyim.

Ben, hisseden ve duyumsayan, en saf ve gerçek açıklık haliyim.

Ben marina.

bottom of page