top of page

KIRILMA

M. mustafa aydın

Yıllarca dilimden ve kalemimden düşmeyen o ev, henüz adım atılmamış, kim bilir hangi geçmişte izler bırakmış hatıralardan ibaret şimdi. Kimsesiz, yanı başındaki beton yığınlarının gölgesinde kalmış bir hicran. Yan odadan gelen kırılma sesleriyle süslenen efsunlu bayram günleri. Kimilerinin tenine dahi işlemiş bu kırılmalar, şimdilerde, belki asırların ötesinde bile buruk kalıyor. Bir gülümsemeyle, bir devrimle. Yaslandığım eski duvarlar ete kemiğe büründüğünde ise, işte o zaman, neredeyse dehşet verici bir şaşkınlıkla yerini başka menzillere bırakıyor. Ardı sıra gelen kopmalar, temenni etmediğim sonların veya başlangıçların ortasında farklıyı dilemekten ve bu dört duvarın artık eskisi gibi görkemli bir sığınak olacağına inanmaktan uzaklaştırıyor beni. Öyle ki, ruha taşkın eden ızdırap ve sonrasında arayışa dönüşen bu özlem, insanı her yeni mekânda peşine takıp sürüklüyor. Kalben kök salamamış bir kayıp için "ev" toparlanmamış bir hikâyenin muğlaklığı oluyor. Kayıp, hikâyenin başlangıcından beri ruhunda kendine dönecek bir sığınak arzusunu körüklüyor ama bu sığınak birkaç tuğladan, o eski filmleri anımsatan verandalardan öte bir manayla yaşıyor. Varlığı dahi şaibeli olan fakat yüreğin duraklarında her daim hissedilen bir aidiyet noktasının temsilini yüklüyor omuzlarına.

 

Kapılarında isimleri kazınmış, perdelerin bir ucu kaçışın pençelerine kapılırken diğer ucu nereye tutunduğunu dahi bilmeden korkar vaziyette savrulan, duvarları, endişelerin zedelemediği fotoğraflarla dolup taşan bu oda, sabah adına inanç vaat ediyor. Henüz temelleri atılmamış yerlere yetişmeye çalışmaktan yoruluyorum ve ayaklarım yerden kesilirken sadece özlemi dillendirilmeyen, bazen var olmayışına bile bağlandığım o yuvayı düşünüyorum. Bu kalabalık, bu hoyrat yerde yanımızdan dalgaların akıntısıyla geçip giden diğer şeylerde de anımsıyorum. Bir an olsun tüm o kurtuluş vaazlarını getiriyor ve her seferinde daha da hiddetleniyor. Camlarında hayata tüm varlıklarıyla tutunmuş sarmaşıklarda karşıma çıkıyor eskinin albümü; uzamaya, sarmaya, keşfetmeye aç görüyorum kendimi. İçteki o kayıp, ızdıraptan sıyrıldığında, ruhuna bir vuslatı nasip kıldığında ancak o vakit "ev"ini bulmuş oluyor.

Ve şimdi, gözlerimi kapattığımda, ruhumda bir yuvaya dokunmanın kırılgan anısı usulca beliriveriyor. Anlıyorum ki aradığım yer, o eski duvarların ötesinde, harabelerin altında bir iz değil; kendi içimde, göğsümün tam ortasında gizli bir sığınak olarak karşıma çıkıyor. Her elin umarsızca uzanışında, her eski fotoğrafın bana fısıldadığı gibi, bir ev yalnızca dört duvar, bir çatı, özenilmiş birkaç köşeyle değil; ruhla ve geçmişle kuruluyor. İşte bu yüzden her köhne yapıda hissettiğim eksiklik, aslında kendi içimde inşa etmeye çalıştığım o "sarsılmaz yuva"nın seslenişi. Kayıplar arasında hatıraların yüküyle sürüklenirken asıl bulmam gerekenin tüm bu dünyanın yüzeyine mıhlanmış yığınlar değil, içimde büyümeyi bekleyen bir aidiyet duygusu olduğunu artık biliyorum. O eski evden geriye kalan sadece geçmişin gölgesi değil; bugünü, yarını saran bir iç huzur arayışının ısrarı. Ve belki de bu arayışın sonunda bir gün gerçekten evime döneceğim –içimde var olan o yuvaya.

bottom of page