top of page

kIRILGANLIK: İNSAN OLMANIN ÇATLAĞINDAN BAKMAK

AYŞE MELEK

Kırılganlık, genellikle zayıflıkla karıştırılsa da, belki de insan olmanın en temel hakikatlerinden biridir. Heidegger’in deyimiyle “dünyaya fırlatılmış” olmanın sonucu olan varoluşsal açıklığımız, bizi daima başkasına, belirsizliğe ve kayba açık kılar. Bu açıklık, sadece tehdit değil, aynı zamanda ilişkiselliğin, yaratıcılığın ve anlamın da zeminini oluşturur.

 

Modern psikolojinin bu noktada felsefeden devraldığı temel mesele ise şudur: Kırılganlık bir patoloji midir, yoksa varlığın kendisi mi? Freud için benliğin sınırları zaten asla bütün ve tekparça değildir; içsel çatışmalarla, bastırılan arzularla, ötekinden alınan izlerle doludur.

 

Lacan’a göre ise özne, dilin içinde kayarak var olur ve bu kayışın kendisi, bir kırılganlık biçimidir. Ayna evresi, bu kırılganlığın ilk sahnesidir: Bebek, kendi bedeninin parçalı deneyiminden çıkıp bir bütünlük yanılsaması yaşadığı yansımayla karşılaştığında, “ben”in ilk imgesini kurar. Ancak bu bütünlük, dışsaldır; çocuğun dışındaki bir yüzeyde görünür ve başkasının bakışıyla şekillenir. Bu yüzden özne, baştan itibaren bir yabancıya —ötekine— bağımlı olarak oluşur. O andan itibaren benliğin temelinde, hem bütün olma arzusu hem de o bütünlüğün aslında kendisine ait olmadığını bilmenin kırılganlığı yer alır. Böylece özne, arzunun sürekli ertelenişiyle çatlar; kendine dair bütünlüğü, ayna evresi’nden itibaren artık kırılgan bir yanılsamadır.

 

Melanie Klein’ın nesne ilişkileri kuramı, kırılganlığı daha erken döneme taşır: Bebek, iyi ve kötü nesneyi bütünleştirmeyi öğrenirken içsel dünyasında kırılma yaşar; yıkıcılığı ve sevgiyi bir arada taşımanın imkânsızlığıyla karşılaşır. Bu karşılaşma aynı zamanda ruhsal gelişimin de bedelidir.

 

Felsefeci Judith Butler ise daha güncel bir kavrayışla kırılganlığı politik bir düzleme taşır: İnsan, başkasının bakışına, diline, yasına ve bakımına muhtaç olduğunda değil, bu muhtaçlığı kabul ettiğinde etik bir varlığa dönüşür. Kırılganlık burada, yalnızca bireysel bir duygu değil; toplumsal bir sorumluluğun da başlangıç noktasıdır.

 

Bu sayımızda, kırılganlığın sadece acı ya da yıkım değil, aynı zamanda bağ kurma, dönüşme ve direniş kapasitesi olduğunu anlamaya gayret edeceğiz. Psikolojinin bireyle sınırlı olmayan, felsefeyle, edebiyatla ve siyasetle kesişen çizgisinden bakarak…

 

Çünkü kırılganlık, yalnızca bireysel bir çatlak değil; ortak yaralanabilirliğe duyulan etik bir cevaptır. Belki de asıl mesele, kırılmadan kalmak değil, birlikte kırılmayı göze alabilmektir.

bottom of page