top of page

Hatırlamak MI, YENİDEN İNŞA ETMEK Mİ?

MERVENUR ALTUN

Acaba bizler geçmişimizi gerçekten olduğu gibi mi hatırlıyoruz, yoksa bugünkü psikolojik yapımız ve savunmalarımız doğrultusunda onu yeniden mi yaratıyoruz? Geçmişimizi hatırladığımızı sanıyoruz ama belki de sadece bugün olduğumuz kişinin ihtiyaç duyduğu şekilde yeniden yazıyoruz.

 

Bu yazıda bu sorudan ve “Eternal Sunshine of the Spotless Mind” filminden yola çıkarak hafıza, duygular, bilinçdışı ve gerçeklik kavramlarını ve aralarındaki ilişkiyi terapötik çerçevede ele alıp irdeleyeceğiz. (Bu yazı spoiler içermektedir.)

 

Filmde kötü giden ve ayrılıkla biten bir ilişkinin neticesinde bu ayrılığın acısına dayanamayan iki insanın kendilerini bir hafıza sildirme merkezinde bulmalarını izliyoruz. Ancak işler kahramanların istedikleri gibi gitmiyor ve günün sonunda duygular hafızaya galip geliyor. Filmde fantastik ve kurgusal bir yerden ele alınan bu mesele aslında belki de pek çoğumuz için tanıdık bir deneyim. Duygusal yükü yoğun olan yaşam olaylarının üzerimizde böyle bir etkisi olur. Filmde kullanılan hafıza sildirme yöntemini zihnimizin sıklıkla başvurduğu bastırma savunma mekanizmasını anlamak adına bir metafor olarak ele alabiliriz. Freud’un bastırma kavramı, genellikle travmatik veya çatışmalı anıların bilinçdışına itildiğini söyler. Bu, esasında psikolojik dengeyi sağlamak ve duygusal yükü azaltmak adına devreye giren önemli ve temel bir savunma mekanizması. Ancak bastırılan içerikler tamamen yok olmaz, bilinçdışında varlığını sürdürmeye devam eder ve bastırılan her şey bir noktada geri dönmeye mahkumdur (bastırılanın geri dönüşü ilkesi). Tıpkı Joel ve Clementine’ın tekrar biraraya gelmeleri ve birbirlerine çekilmeleri gibi. “Me in Montauk!” sahnesi bilinçdışının bizi farkında olmadan nasıl yönlendirdiğine iyi bir örnek. Çünkü bilinçdışı, ruhsallığımızda unutulmuş olanı yönlendiren güçtür.

Bu yönlendirmenin bizi götürdüğü bir diğer psikodinamik kavram ise “tekrarlama zorlantısı” oluyor. Bu tekrarlamadan kasıt, bilinçdışı olanın bilince gelene değin yeniden ve yeniden sahnelenmesi. “Tekrarlama zorlantısı” kavramına göre bilinçdışımız, çözümlenmemiş travmalarımızı ve duygusal eksikliklerimizi tekrar eden senaryolarla sahnelemeye devam eder. Joel ve Clementine’in birbirlerine tekrar çekilmeleri yalnızca romantik bir kader anlatısı değil, aynı zamanda bilinçdışının bizleri iyileşmemiş yaralarımıza nasıl geri götürdüğünün bir göstergesidir.  Örneğin çocuklukta ihmal edilmiş birinin yetişkinlikte kendisini sürekli ihmal eden partnerler seçmesi gibi, bazen bilinçdışımız çözüm bulana kadar aynı hikâyeyi farklı kişilerle yaşatmaya çalışır. Aslında bu, bilinçdışının ruhsal yaraları iyileştirme çabasıdır. Kişi farkında olmadan geçmişte eksik kalan bir duygusal ihtiyacını tamamlamak için benzer ilişkileri yeniden yaratır. Ancak bilinçdışı yalnızca tekrarlatır, çözüm üretmez. Çözüm, ancak bilinç düzeyinde farkındalık kazanıldığında mümkün olur.

 

Öte yandan Joel’in bilinçdışı, silinen anıları korumak için kendi içinde bir direniş gösteriyor. Bu, bilinçdışının nasıl bir yönlendirme gücüne sahip olduğunu ve hatırlamaktan kaçınsak bile duygularımızın bizi geçmişe geri götürebileceğini anlatıyor. Bu açıdan baktığımızda aslında hafıza yalnızca geçmişi kaydeden pasif bir yapı değil, aksine bilinçdışı süreçlerle şekillenen, hatırlama biçimimizi ve bugünkü yaşantımızı etkileyen aktif ve kompleks bir yapı. Bunun nörobiyolojik karşılığı ise hafızadan sorumlu hipokampüs ve duygulardan sorumlu amigdala bölgelerinin birlikte limbik sistemin içinde bulunuyor oluşu. Bu iki bölgenin işbirliği, hatıralarımızın yalnızca olayların kronolojik kaydı olarak değil, duygusal birer deneyim olarak saklanmasını sağlar. Bu nedenle bir anıyı hatırlarken yalnızca olayları değil, o an hissettiklerimizi de geri çağırırız. Yani bu açıdan geçmiş yalnızca hatırlanan değil, hissedilen bir şey.

 

Bu sebeple psikoterapide kişinin bastırılmış anılarını bilinç düzeyine getirerek onların duygusal yükünü işleyebilmesini ve taşıyabilir hale gelmesini amaçlarız. Bu süreçte hatırlamak kadar anının duygusal anlamını fark etmek ve yeniden anlamlandırmak da bir o kadar önemlidir ve hafızamızın geçmişi yalnızca kayıt altına alan bir yapı olmadığını, sürekli olarak yeniden yazılan ve şekillenen bir süreç olduğunu kabul etmek, iyileşmenin önemli bir adımı olur.

 

 

Nörobilim araştırmalarına göre hafıza statik bir kayıt cihazı gibi çalışmaz, her hatırlama anında anıların içeriği değişime uğrar. Dolayısıyla bir olayın hatırladığımız versiyonu, yaşandığı andaki versiyonuyla birebir aynı olmayabilir. Bu, bazen geçmişte yaşadığımız travmatik olayları daha az tehdit edici hale getirebilirken bazen de acıyı daha yoğun bir şekilde yeniden yaşamamıza neden olabilir. Joel ve Clementine’in ilişkisinde de benzer bir durum söz konusu: Hafızaları silindikten sonra bile birbirlerine çekilmeleri, yalnızca yaşanmış anıların değil, duygusal izlerin ve yeniden yazılan hikâyelerin bir sonucu aslında. Belki de geçmişimizden kaçamayız, çünkü geçmişimiz aslında sürekli olarak bugünkü benliğimiz tarafından yeniden yazılmaktadır. Ve hafızamız bazen bizi kandırırken bazen de iyileştirir. Gerçek şu ki, geçmişi unutmak mümkün değildir, ancak onunla yeni bir ilişki kurmak mümkündür. Psikoterapi sürecinde de kişinin geçmişiyle yüzleşerek hatıralarını daha bütünlüklü bir şekilde yeniden yazmasına yardımcı olunur. “Eternal Sunshine of the Spotless Mind” unutmanın cazibesini anlatsa da, film aslında bize hatırlamanın kaçınılmaz,

yüzleşmenin ise iyileşmenin anahtarı olduğunu incelikli bir biçimde gösterir.

bottom of page