
can sızısı
serap yıldız
Kadın camdan yapılmış elbisesini giydi.
Hava soğuktu, üzerinde çok kalın bir mont vardı ve kırmızı atkısı boynundaydı.
Yirmi yıldır önünden geçtiği ve her nedense göremediği yere girdi.
Camdan elbiseyi giymekte neden bu kadar ısrarcıydı bilmiyordu.
Eli eline dokunduğunda iyi ki çırılçıplak buradayım dedi, iyi ki.
Eli eline dokunduğunda çok eski bir dokunuşun aynı kaldığını hissetti ve buna çok şaşırdı.
Biliyordu, az sonra çok zor anların altında ezilecekti; tuz buz olacaktı. Neden bu anı hemen yaşamak istemişti, acele etmişti, bilmiyordu.
Ölüm müydü onu telaşlandıran, yaşamın kendisi miydi?
Bir şeyi hem bu kadar çok isteyip hem de bu kadar uzağına düşmek için uğraşmak ne demekti?
Konuştular, konuştuklarını sandılar.
Dinlediler, o an orada olanı değil, derindeki sesi dinlediler.
Birisi dedi ki “biz bambaşka dünyalara inanıyoruz”. Camdan elbisede ince bir çatlak başladı.
Çünkü gözlerinin dibindeki gerçek, sese geldi.
“Ben karıncayı incitmekten korkarım” dedi, oysa onun canını öyle hoyratça yakıyordu ki, görmüyordu.
Sonra dedi ki “sen benim için, uzun zamandır tanıdığım birisin, o kadar.”
Orada zaman dondu. Sonrasında uzunca bir sessizlik mi oldu, belki de olmadı.
Baktı, gördüğü o değildi. Elbisesindeki çatlak artık daha da görünüyordu.
Uzunca sessizlik oldu, kesin oldu.
Konuşmayı kim başlattı? Duyulan neydi? Belirsizlik içinde uçuş uçuş iki insan vardı artık.
Kadın bir şey dedi, adam anlamadı. Kadın bugüne değin onu anlayan tek insanın onu anlamadığını gördü, içi ürperdi.
“Sen beni anlamıyorsun” dedi.
“Sen beni anlamıyorsun.”
Zor oldu.
Zaman bu sefer gerçekten uzunca bir süre dondu.
Baktı göremedi. Görüntü müydü tuzla buz olan, üzerindeki camdan elbise miydi? Bilemedi.
“Hadi sen git artık!” dedi. Kadın kalktı.
Kalın montunu üzerine aldı, bir de kırmızı atkısını.
Merdivenden inmeden dönüp baktı. İçinden ona “beraber çıkalım buradan, korkuyorum!” demek geldi. Diyemedi.
“Çırılçıplak kaldım, üşüyorum, tut elimi!” demek istedi. Diyemedi.
İki basamak indi, döndü. Adam hala camdan bakıyordu. Orada ne gördüğünü ölesiye merak etti. İçinde ne olduğunu ölesiye merak etti. Bilemedi.
İndi sokağa, beresini taktı. Kar yağıyordu. Sahile yürüdü.
Ağlayamıyordu. Darmadağın olduğunu buradan anladı.
Tüm parçalarını toplayabilmeyi ne çok isterdi.
Onun sadece uzun zamandır tanıdığı biri olamazdı.
Ona gökyüzündeki yıldızlardan bahsetmişti.
Onun sadece uzun süredir tanıdığı biri olamazdı.
Kalacak yeri yokken ona yuva olmuştu.
Onun sadece uzun süredir tanıdığı biri olamazdı.
Rüyalarında onu ondan bağımsız bir yerde hissediyordu.
Onun sadece uzun süredir tanıdığı biri olamazdı
Bağlarını tarif etmek için sözcük bulamıyordu.
Hava soğuktu. Kadının, ağlayabilmesi için saçılan parçalarını biraz olsun toparlaması gerekiyordu.
Yere baktı, bir de denize, denizin koyuluğuna. Başladı ağlamaya.
Hiç bu kadar yüksek sesle ağlamamıştı. Canı hiç bu kadar yanmamıştı.
Dağıldığı yerden, ağladığı yerden iyileşeceğini göremedi ilkin.
Günlerce buradaydı. Ağladı.
Sonra dağıldığı, kırıldığı yerden yaşam sızmaya başladı. İlkin buna anlam veremedi.
Durdu. Bekledi. Bıraktı. Sustu. Ağladı. Sustu. Bıraktı. Bekledi. Durdu.
Artık camdan elbisesi yoktu.
Yaşam içine sızıyordu.
Ruhunun sızısını derinden hissetti.