
Bellek LabÄ°rentÄ°: SÄ°nemada Unutmanın ve Hatırlamanın HÄ°kâyesÄ°
ELMAS ZEYNEP BAMYACI
Hafıza, insanın kimliÄŸini ve geçmiÅŸini ÅŸekillendiren en temel unsurlardan biridir. Bazı insanlar eski sevgililerini zihinlerinden silmek için hafızalarını yok etmeye yönelik bir prosedüre baÅŸvururken, bazıları ölmüÅŸ eÅŸlerinin intikamını almak için eski anılarına tutunur, bazıları ise otobiyografik bilgilerini tamamen kaybettiklerinden kendilerine yeni bir kimlik inÅŸa etmeye çabalar. The Man Without a Past, Memento ve Spellbound gibi filmler, hafızanın sadece geçmiÅŸi hatırlamakla kalmayıp aynı zamanda bireyin kimliÄŸini yeniden ÅŸekillendirme ve geleceÄŸini belirleme sürecinde de merkezi bir rol oynadığını ortaya koyuyor.
​​
Bu eserler, karakterlerin hafıza kaybıyla yüzleÅŸirken yaÅŸadıkları kimlik krizlerini ve psikolojik dönüÅŸümleri derinlemesine keÅŸfederek hafızanın insanın varoluÅŸuna nasıl yön verdiÄŸini gözler önüne seriyor.​ Bu yazıda, beyin hasarı nedeniyle hafızanın etkili bir ÅŸekilde çalışmamasından kaynaklanan hafıza kaybı veya “amnezi” durumunu sinemadan örneklerle ele alacağız.
​
The Man Without a Past (2002): Retrograd Amnezi
The Man Without a Past filminde baÅŸ karakter M, Helsinki’ye geldikten kısa bir süre sonra saldırıya uÄŸrar ve ağır ÅŸekilde dövülerek bilincini kaybeder. Uyandığında, geçmiÅŸine dair hiçbir ÅŸey hatırlayamaz; adını, kim olduÄŸunu ya da hayatına dair temel bilgileri bile bilmez. Ancak yeni anılar oluÅŸturabilir.
Bu filmde M’nin yaÅŸadığı hafıza kaybı, retrograd amneziye örnek teÅŸkil eder. Retrograd amnezi, beyin hasarından önceki anıların kaybolmasıyla karakterize edilirken; anterograd amnezi, hasar sonrası edinilen bilgilerin unutulmasını ifade eder. M’nin yaÅŸadığı hafıza kaybı, saldırı sonucu aldığı kafa travmasına baÄŸlı olarak geliÅŸmiÅŸ bir retrograd amnezi vakasıdır. Bu tür bir hafıza kaybı, genellikle hipokampus, prefrontal korteks ve temporal lobun travmaya baÄŸlı olarak geçici ya da kalıcı hasar görmesiyle iliÅŸkilidir.​
Retrograd amnezide kaybolan anılar genellikle otobiyografik ve deklaratif türde olurken, prosedürel bellek -yani motor becerilerimiz ve alışkanlıklarımız- korunur. Bu durum, The Man Without a Past filminde net bir ÅŸekilde gözlemlenir. M, geçmiÅŸini, kimliÄŸini ve kiÅŸisel hikâyesini unutmuÅŸ olsa da marangozluk gibi becerilerini hatırlamaktadır. Bilinçdışı belleÄŸi saÄŸlam olduÄŸu için el aletlerini ustaca kullanmaya devam eder. Prosedürel belleÄŸin özellikle bazal ganglionlar ve serebellum gibi bölgelerde depolandığı düÅŸünüldüÄŸünde, bu tür motor becerilerin travmatik hafıza kayıplarında bile korunabilmesi mantıklıdır.
​
M’nin yaÅŸadığı amnezi, yalnızca nörolojik bir kayıptan ibaret deÄŸildir; aynı zamanda benlik algısının yitimi ve kimlik krizi ile de sonuçlanır. Travmatik amnezi yaÅŸayan bireyler, kaybettikleri geçmiÅŸleriyle birlikte kendilerini yeniden inÅŸa etmek zorunda kalırlar. Filmde, M’nin geçmiÅŸine dair hiçbir baÄŸ olmaksızın sıfırdan bir hayat kurması ve kimliksizliÄŸiyle yüzleÅŸmesi, benlik algısının ve bireysel varoluÅŸun anılarla ne kadar iç içe olduÄŸunu gösterir.
M’nin zamanla hafızasını geri kazanmak yerine yeni bir kimlik oluÅŸturması, amnezinin yalnızca bir kayıp deÄŸil; aynı zamanda bir dönüÅŸüm süreci olabileceÄŸini vurgular.
​
Memento (2000): Anterograd Amnezi
Christopher Nolan’ın Memento filminde baÅŸ karakter Leonard Shelby, yaÅŸadığı travmatik bir olay sonrası yeni anılar oluÅŸturamaz hâle gelmiÅŸtir. Bu, onun için hayatı sürekli kaybolan parçalardan ibaret hâle getirir. Olayları unuttuÄŸu için, ipuçlarını kaybetmemek amacıyla her detayı not alır, fotoÄŸraflar çeker ve hatta en önemli bilgileri vücuduna dövme olarak iÅŸler. Anterograd amnezi, beynin özellikle hipokampus ve çevresindeki temporal lob bölgelerinin hasar görmesiyle ortaya çıkar. Leonard’ın durumu da bu tanıma birebir uyar. Hafızası birkaç dakika içinde sıfırlanır ve yeni bilgiler uzun süreli belleÄŸe aktarılamaz. Ancak geçmiÅŸine dair eski anılarını koruyabiliyor oluÅŸu, klasik anterograd amnezi vakalarını hatırlatır. Yeni anılar oluÅŸturamamak Leonard’ı geçmiÅŸe takılı kalmaya zorlar ve bu durum, benlik algısını da büyük ölçüde etkiler. Kendisini sadece geçmiÅŸten gelen kırıntılarla tanımlamak zorunda olduÄŸu için kimliÄŸi de sürekli belirsizlik içinde kalır. Leonard’ın karısına zarar verenlerden intikam almak gibi bir amacı olduÄŸu göz önüne alındığında durumu oldukça karmaşık ve zorlu hâle gelir.
​
Leonard, hafıza kaybını yönetebilmek adına bir dizi strateji geliÅŸtirir. Polaroid fotoÄŸraflar, kısa notlar ve dövmeler, onun için kaybolan hafızasının yerine koyduÄŸu yapay hatırlatıcılar gibidir. Gerçek hayatta anterograd amnezi hastalarının da benzer yöntemlere baÅŸvurduÄŸu biliniyor. Günlük planlarını yazılı listelerle düzenleyen, alarm sistemleriyle önemli olayları hatırlayan bireyler gibi Leonard da kendi sistemini oluÅŸturur. Ancak, filmin ilerleyiÅŸi boyunca bu sistemin aslında ne kadar güvenilmez olduÄŸunu görürüz. Notları manipüle edilebilir, fotoÄŸraflar yanlış yorumlanabilir ve hafızasını korumak için kurduÄŸu yapı kendi içinde çökebilir. Ancak, filmin ilerleyiÅŸi boyunca bu sistemin aslında ne kadar güvenilmez olduÄŸunu görürüz. Notları manipüle edilebilir, fotoÄŸraflar yanlış yorumlanabilir ve hafızasını korumak için kurduÄŸu yapı kendi içinde çökebilir.
​
Filmin anlatı tekniÄŸi de izleyiciyi Leonard’ın zihinsel durumuna yaklaÅŸtıran bir etki yaratır. Hikâye kronolojik olarak geriye doÄŸru ilerlediÄŸi için biz de tıpkı Leonard gibi geçmiÅŸte ne olduÄŸunu bilmeden olayları anlamaya çalışıyoruz. Bu anlatım biçimi, hafıza kaybının nasıl bir bilinç bulanıklığı yarattığını deneyimlememizi saÄŸlar. Sürekli olarak parçaları birleÅŸtirmeye çalışırken Leonard’ın kendini nasıl kaybolmuÅŸ hissettiÄŸini de daha iyi kavrıyoruz.
Spellbound (1945): Psikojenik Amnezi
Hafıza bozuklukları yalnızca beyin yaralanmalarından veya nörolojik hastalıklardan kaynaklanmaz. Psikojenik amnezi, beyin dokusunda tespit edilebilir bir hasar olmaksızın geliÅŸen iÅŸlevsel bir hafıza bozukluÄŸudur. Bu tür amnezide, birey belirli otobiyografik anıları tamamen veya kısmen unutabilir; ancak bu unutma sürecinin arkasında genellikle yoÄŸun psikolojik stres ya da travma bulunur. Dissosiyatif füg, psikojenik amnezinin en çarpıcı formlarından biridir ve bireyin aniden geçmiÅŸine dair bilgileri kaybederek bilinçsizce farklı bir ortama gitmesiyle karakterizedir.
Alfred Hitchcock’un Spellbound filmi, dissosiyatif fügün psikolojik ve görsel yönlerini baÅŸarılı bir ÅŸekilde iÅŸleyen klasik örneklerden biridir. Filmin baÅŸlarında kendisini Dr. Edwardes olarak tanıtan karakter John Ballantyne, aslında bu kimliÄŸe dair herhangi bir gerçek anıya sahip deÄŸildir; yalnızca kendini bu kimlikte olduÄŸuna inandırmıştır.
Ancak belirli nesnelere ve desenlere verdiÄŸi bilinçdışı tepkiler, zihninin bastırdığı travmatik olayların varlığını açığa çıkarır. Özellikle çizgili desenler gördüÄŸünde yaÅŸadığı rahatsızlık, geçmiÅŸindeki kritik bir anıyı tetiklemektedir. Araya küçük bir fun fact sıkıştıralım: Film boyunca bilinçdışına gömülü olan travmatik anıları açığa çıkaran rüya sekansı, Salvador Dalí’nin tasarladığı sürrealist imgelerle ÅŸekillendirilmiÅŸtir. Bu sahnede yer alan dev bir göz, oyun kartları ve büyük bir çatal bıçak takımı, Ballantyne’ın zihninde gömülü olan anıların sembolleridir. Dr. Petersen’in yardımıyla bu sembollerin anlamını keÅŸfetmeye baÅŸladığında bastırılmış anıları gün yüzüne çıkar ve gerçek kimliÄŸini hatırlama süreci baÅŸlar. Bu noktada, film yalnızca dissosiyatif fügü anlatmakla kalmaz, aynı zamanda psikanalitik bir hafıza geri kazanım sürecini de görsel anlatım diliyle iÅŸler.
​
Görünen o ki hafıza, yalnızca gerektiÄŸinde anılarımızı geri çağırmak deÄŸil aynı zamanda kim olduÄŸumuzu inÅŸa etmekle ilgili. Memento, The Man Without a Past ve Spellbound, belleÄŸin kaybının gerçeklik algısını parçalara ayırdığını gösteriyor. Unutmak bazen bir savunma mekanizması, bazen de kaçınılmaz bir nörolojik yıkım olarak karşımıza çıkar. Ancak en rahatsız edici olasılık, belki de hiç hatırlamadıklarımızın deÄŸil, hatırladığımızı ve hatırlamadığımızı sandıklarımızın bizi ÅŸekillendirmesi olabilir. EÄŸer hafıza, gerçeÄŸin bir kaydı deÄŸil de onun kırılgan bir yorumuysa, ÅŸu soru aklımı kurcalıyor: Hafızamız olmadan biz kimiz?