
Artmışçasına varlık
İrem ak
Şu an anlıyorum. Ve bu anlayışın doğasında bulunan tarihsel kırılganlık dayanılmaz geliyor. Bin yıl önce de anlardım, bin yıl sonra da. Birtakım paradigmaları kullanarak anladığınızda zamanın bir önemi yoktur çünkü. Paradigmaları hiç kullanmadığınızda da. Bu yüzden anlayışın binbir renginden bir renkle, bugünün anlayışıyla anladım. İnsanın henüz doğuramadığı bütünselliği doğuran bir şeyle karşılaştığım için oldu bu anlamak. Bir şairin tanrısal olanın eşiğinde titremekle geçen günlerinin birinde yaktığı o ağıta kulak vererek:
“Kim bağırsam duyardı çığlığımı melek / saflarından? Tut ki biri yüreğine aldı beni / apansız: Yok olur giderdim daha güçlü varlığının/önünde. Evet, güzel dediğin yalnız başlangıcıdır / korkunç olanın, anca dayandığımız; / tanrısız onu, çünkü hor görür, umursamaz / bizi yerle bir etmeyi. Her bir melek korkunçtur.”
Dayanılmaz sonsuzluktan izler taşıyan bir varlık karşısında yok olmamak elde değildir tabii. Meleklere seslenerek ne yapmaya çalışmaktadır bu deli şair? Canlılık muskasını çıkarmış olmalı ki var olmak ona yetmemiş. Tali tamlıklarının arasından yüreğinde kocaman bir boşluk açmış güzellik sızabilsin diye içine. Oysa eksik, dağınık ve çatlamış bir insan kalıbına dökülen meleklik, korkunçluktan başka ne getirebilir? O sonsuz açıklıkta, dahayı gösteren kör edici tanıdık ışık. Ağıt kaybedilenin ardından yakılır, dahaya yakılan ağıt. Solukla eksilen, her bir şeyi tüketen bizler için o ışık bir dağılma ve içe çöküştür. Böyle anlarda bir ağırlık hissederiz. fakat sonunda geçip gider bu his. Hiçbir tecrübenin yoğunluğu kalıcı değildir çünkü. Ama biz aşkı hep tutmak kırılganlığı ise atmak isteriz. Katı ve korunaklı olmanın nesi iyi gelir bize? Yumuşak ve kırılgan şair tam da bu sebeple meleklere bağırdığında kim duyacaktır sesini? Verilen şu varlık süresini defne yaprağı olarak geçirmek varken şair olup acı ve ızdırap içinde geçirmeye mahkum olduğundan olsa gerek hiç kimse duymasa da o yakarmaya devam edecektir:
“Çünkü çok şey burada oluş, / çünkü burada her şey
bizi istiyor apaçık, / o yitip giden bize bir tuhaf dokunan şey.
Bizi hem de en çabuk yitenleri. / Bir kez hepsi, yalnız bir kez. / Bir kez, bir daha yok.”
Burada her ne oluyorsa, tüm olanlar-oluşlar ve olacak olanlar zamanın içinde cereyan etmek zorundadır. Zamanı anlarız ve bu yüzden ölümün hayatın sonu olduğunu biliriz. Bir kez daha biliriz, yalnız bir kez. Her zamanın kendine has aygıtlarını kullanarak biliriz. Zaman bize ihtiyacımız olan tüm imgeleri verir. Şu an sanal bir örümceğin zihnimde dolaşması gibi. İmgeleri bize zaman verir. Şairin neye yakardığına, meleğin kim olduğuna, burada oluşun ne anlama geldiğine hep zamanın içinde karar veririz. Kırılmış zamanlar ve zihnimizdeki imgelerle var olmaya değmeye çalışırız. Bütün bu bizi şeyleştirme düzeneklerine inat kendimizi bir şey olarak tekrar yaratabilmek için. Hayalimizdekilerden daha güçlü bir şekilde şeyleri ifade etmek zorundayız. Belki bu sayede sonsuz güzelliklerinin içinden melekler kulak verir ve asla o mükemmel varlıklara bir şey öğretemeyeceğimiz miti çözülür. Şeylere kulak verir melekler. Şeylerin nasıl olduğuna. İşte biz de konuşmaya başlarız anlatılırın çağında. Bu sayede şu nefes kesen paradox kendini aşikar eder: Burada her şeyin bizi istiyor oluşu, bizim ise hiçbir şeyin olmadığı kadar geçici oluşumuz.
Bizden istenen tanıklığı bilincimizle gerçekleştirebilmek için bir defne yaprağı değilizdir belki de. Bir şeyiz, ve şeyleri bilincimizle dönüştürmek için buradayızdır. Tıpkı çamura bulanmış bir topraktan tabak yapan eller gibi. Temas ve tanıklığında o ellerin, garip bir ilişki vardır. İşte şeyleri böyle dönüştürürüz. Kıran ve şekillendiren bir ritimle. Çoğu zaman ise kelimelerle. Yukarı bakarız o dönüşümü bütünüyle gerçekleştirmiş olan meleği görebilmek için oysa bizsiz o bir bütün olamaz.
Geçmişin eksiltemediği, geleceğin korkutamadığı. Şimdinin hissedilebilen rüzgarında titreşen o zayıf ışığın aydınlattığı. Her şeyin bizi istediği bu yerde, her şeye bir dikkat ve geçicilikle yaklaşmak gerekir. Ve belki güzellik dolsun diye sunulan çatlak kalıba dolan o aşırı varlık, burada olmak için yeterlidir. Şu başta bahsettiğim anlayışın tüm hudutlarında dolaştıktan
sonra görünmez olanı imgelemimde yeniden diriltmek artık o kadar da korkutucu değil. Bir sükunet ve teşekkür vermek istiyorum karşılığında fakat deli şair rabarbaların ulaşamadığı Duino Şatosunda ilkel bir devinime davet ediyor. Bolluğun ağırlığını taşıyan kalbi bölüyor beni:
“Bak, yaşıyorum işte. Nereden? Ne çocukluk, ne gelecek azalıyor… Artmışçasına varlık kaynıyor yüreğimden.”
¹ Rainer Maria Rilke, Duino Ağıtları (çev. Can Alkor), İstanbul: Norgunk Yayıncılık, 2020, Birinci Ağıt, s.9
² Rainer Maria Rilke, Duino Ağıtları (çev. Can Alkor), İstanbul: Norgunk Yayıncılık, 2020, Dokuzuncu Ağıt, s.42
³ Rainer Maria Rilke, Duino Ağıtları (çev. Can Alkor), İstanbul: Norgunk Yayıncılık, 2020, Dokuzuncu Ağıt, s.45
Rilke, R. M. (2020). Duino Ağıtları (C. Alkor, Çev.). Norgunk Yayıncılık. (Orijinal eser 1923’te yayımlanmıştır)