GÜLCAN TÜRKEL
Güneşi sevdiği yüzünden belli olan bir adamdı. Üşümüş, yorgun. Bakışlarını ağaçların tepesine uzatmış düşünürken gözlüğünü çıkardı, yüzündeki eskimişliği ve bitkinliği gizlemek ister gibi gözlerini kıstı.
“Hayat ölüm istiyor, bozgundayız Vartuhi!” diyerek fırladı yerinden. Bir adım, iki adım, üç, dört, beş… Ve durdu. Ne vardı bu soğukta çıkıp düşünecek? Güneş mi vardı? Yalandı. Değdiği hiçbir tende kalmayı bilmeyen bir kadın gibi bilmiyordu ısıtmayı. Arkasına bakmak istedi. Oturduğu yere başka birinin geçtiğini görmek, hayıflanmak istedi. Beceremedi. Boynunu çevirmek ağır geldi ona. Üşümüştü, yorgundu. Yine de yeterince mutsuz değildi. Hayattan zevk aldı mıydı dertsiz sanırdı kendini. Ayağına küçük gelen kramponlarla geçirdiği güzü severdi bu sanrısı yüzünden. Kadın görmemişliğini, iki gündür ağzına lokma girmemişliğini, annesizliğini unuturdu. Yalan sanrılar gerçekleri yok ederdi ne de olsa.
Telefonunu çıkarıp kaldırım kenarına koydu. Sigara içecekti, çakmak yoktu. Yetinmekte öyle iştahlıydı ki sıkamıyordu hiçbir şey canını. Bu kadar yetinmek yetmeliydi; az gelmeliydi hayat, daha çok yaşamalıydı. Bir çakmağı, bir ayakkabısı, koynuna alacağı bir karısı olmalıydı. Düşündü yürürken. Zorladı kendini her şeyin en iyisini isteyebilmek için.
“Öptükçe yaşamı arzulatan bir karım olacak elbette. Bir de ayakkabı lazım en iyisinden. Tabii tek öğün de yememeliyim. Üç olmalı. Ne diyorsun Vartuhi, bizi de var sayarlar mı yaparsak bunları?” dedi her iş dönüşünde kendisine eşlik eden komşusu dilsiz Rauf’a.
Durdu, döndürdü Rauf’u kendine. Baktı, baktı, baktı. “Yok” dedi, “Bir de konuşan bir Rauf lazım bana.” Elini omzundan çeker çekmez Rauf ağlamaya başladı ama o ardına bakmadan yürüdü.
Eve kadar sustu. İçeri girerken “Oh be! İnsanın evi gibisi yok...” diye yükselen sesi “...mu acaba?” derken birden alçaldı. Bir’di. Her gün bütün olarak girdiği salonuna nasıl yarım olarak girmişti? Bir’in yarım olduğuna ne inandırmıştı onu? Hiçbir fikri yoktu. Az önce ne kadar çok vardı, ne kadar çok tamdı. Her şeyin en iyisine layık olduğunu düşündüren şey neydi? “Yalancıyım,” dedi. Hiç konuşmadan da yalnızlığını gideren tek arkadaşını, Rauf’u harcamıştı. Bir kalemde silip atabildiği o kadar çok şey olmuştu ki dakikalar içinde, başkasının dünyasındaymış gibi hissetmeye başlamıştı.
Sigarasını iki dudağı arasına aldı, çakmak için elini cebine soktu. Çakmak yine yoktu. Başa dönmüştü. Düşün, düşün, düşün. En nihayetinde bir çakmağı bile var kılamadı hiçbir şeyle yetinmeyişi. Boylu boyunca yere uzandı. Gözleri kapanıyordu. Üşümüştü çünkü, yorgundu.